SORGU VERMEK YA DA VERMEMEK-1
Sayın heyetin geçen celse ve bu celse verdiği ara kararlar iki ayrı tür
[İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 13 Mayıs 2015 tarihinde okunmuştur.]
mağduriyete neden oldu. Bir ara karar ile bu mağduriyetin çözülmesi artık mümkün gözükmediğine göre bir başka fiil ile mağduriyet çözülecek.
Ara kararla mağdur edilen ilk grup önceki celsede -açılış celsesinde salona silah zoruyla getirildikleri için bir beyanda bulunmak zorunda kalan; çünkü o vakit tutuklu olan- grup. Bir yıldır tutuldukları için bir beyanda bulunmak isteyen avukatların sorgularının yapılmış kabul edilmesinden kaynaklanıyor mağduriyet.
Sayın heyetinizle hiç böyle bir ilişkimiz olmadı sorgu veya savunma ilişkimiz. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin vereceği muhtemel baştan başlama kararını reddederek bu grubu mağdur etmiş oldunuz. İkinci grup elbette henüz kimlik tespitleri dışında mahkeme karşısında hiçbir beyanı olmayan grup, bugün burada hazır bu meslektaşlarım. Biz de onlar da bu celse kendi beyanlarımızla bu mağduriyeti aşmaya çalışalım. Mümkün olduğu kadar derli toplu ve sadece tek bir konuda görüşlerimi Sayın Mahkeme ile paylaşmak istiyorum. Bu görüşler aynı zamanda sorgusu yapılmış kabul edilen meslektaşlarımın da ihtiyacını karşılar diye umuyorum ama yine onlar içerisinden de bir şeyler eklemek isteyen varsa söyleyecektir.
Anlıyorum, anlıyorum. Sayın savcı, Sayın heyet, Sayın başkan. Zor bir durumdayız. Zor bir durumdasınız aynı zamanda. Değerli avukatımız kısaca söz etti, ben de içerisinde bulunduğunuz yargısal konjonktür düşünülmeden bu yargılamanın bir yargılama olup olmadığına karar vermenin güç olduğu kanaatindeyim. Mesleki olarak zor bir durumdasınız. Kötü bir dönemden geçiyorsunuz. Böyle diyelim.
Ben üç gün önce Madrid’de -Avrupa’da- bazı yargıç, savcı ve avukat örgütleriyle bir uluslararası toplantıdaydım. Bu toplantıyı yürüttüğümüz bazı meslektaşlarım bugün buradalar bizimle dayanışmak için ve teşekkür ediyorum kendilerine bu dayanışmaları nedeniyle. Dün akşam saatlerinde de Ankara’da yargıç örgütlerinin çağrısıyla yapılmış bir toplantıdaydım. YARSAV (Yargıçlar Sendikası), Demokrat Yargı, Türkiye Barolar Birliği ve bir dizi baro ile benim de genel başkanlığı görevini yürüttüğüm Çağdaş Hukukçular Derneği’nin yargıçların çağrısı ile bir araya geldiği bir toplantıdaydık. Geç saate kadar sürdü, oradan buraya geldim. Yani geçen haftayı yargıçlar ve savcılarla konuşarak geçirdim. Burada bir yargılamanın sürdürülmesinin, bir yargılamanın varlığının temel sebebinin mesleğiniz açısından ortadan kalktığı anlaşılıyor. Trajik bir durumdur. Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşundan bu yana işleyen, sağlıklı bir yargı modeli inşa edememiştir. Bu vakıadır. Elbette bu kusur sizlere yüklenemez. Sizin meslek hayatınızla yahut kıdeminizle de ilgili bir kusur değildir. Bir yargı kültürü, yargıç-savcı kültürü, bir meslek bilinci, bir meslek bağımsızlığı, siyasal iktidardan ayrı düşünebilen bir hüküm ve iddia makamı inşa edilememiştir. Cumhuriyet tarihinde. Osmanlı’nın son döneminde, İttihat Terakki eliyle yürütülen yargısal reformda da başarıya ulaşılamamış bir maceradır. Yıldız’daki çadır mahkemelerinden bu yana siyasal iktidarların ihtiyacı doğrultusunda olağan veya olağanüstü yargılamalar yapan heyetler inşa ediliyor, dağılıyor. Biz bunların önünde yargılandık sanık sıfatıyla ve avukat sıfatıyla defaatle bulunduk. Benim meslekte yirminci yılım bitti. Devlet Güvenlik Mahkemeleri‘nden başlayarak Özel Yetkili Mahkemelerde, bölge mahkemelerinde ve ara dönem mahkemelerinde -yasa adları ile anılan ara dönem olağanüstü mahkemelerinin tamamında- hem sanık sıfatıyla hem avukat sıfatıyla hazır bulundum. Yüzlerce dosyada savunma yaptım ve her birisine de en az bir kere sanık sıfatıyla çıktım. Bu mahkemeleri hiç tanımadık! Gerçek mahkemeler değillerdi zaten. Polisin doğrudan uzantısı olarak çalışırlardı. Siyasi polisin, İçişleri Bakanlığı’nın, İstihbarat Teşkilatı’nın ve zaman zaman Jandarma Genel Komutanlığı’nın Genelkurmay’la birlikte bir uzantısı olarak çalışırlardı. Yargı vasfına sahip değillerdi. Arkalarından söylemiyorum sıkça yüzlerine söyledim bunu, yüzlerine söylemekten dolayı da yargılandık. Burada bulunan herkes, en az bir kere, bunu bu mahkeme sıfatı yüklenmeye çalışılan idari kurullar önünde -polis uzantısı, jandarma uzantısı kurullar önünde- söyledi. Bu nedenle de yargılandığımız oldu, bu nedenle salonlardan atıldığımız oldu, bu nedenle tazminata mahkum edildiğimiz oldu. Dolayısıyla arkalarından konuşuyorum diye düşünmeyin bugün. Bugün ortadan kalktı bu yargılama düzeni, öyle gözüküyor ama her birisinin hali hazırda işlerken, dişleri kesiyorken, henüz tutuklayabiliyorken, henüz meslekten atabiliyorken avukatları yüzlerine söyledik. Size de söylenebilir. Kolay bir söze benziyor karşınıza üç yargıç ve bir savcıdan oluşan bir heyeti alıp ‘Siz mahkeme değilsiniz, sizden mahkeme olmaz’ demek; ama size bunu söylememek için bazı nedenlerimiz var. Size bunu henüz söylememek için bazı nedenlerimiz var. Size bunu yasal olarak ve Anayasal söylem olarak söylememek için bazı nedenlerimiz var. Birinci nedenimiz, avukatlık yapmaya devam ediyoruz. Bu çok önemli. Ben hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, Anayasal rejim gibi safsataların hiç birisine inanmam, inanmadım meslek yaşamım boyunca. Böyle bir rejim, yani polis devletinden farklı bir hukuk devleti, siyasal iktidarın sözünün üstünlüğünden ayrı bir hukuk üstünlüğü hiç görmedim yirmi yıllık meslek hayatım boyunca. Böyle bir şeye de inanmıyorum. Zannediyorum kalan meslek ömrümde de böyle bir şeye beni inandırmayı başaramayacaktır yargı. Ama siz bir olağan mahkemesiniz, öyle gözüküyor durum. Sizin karşınıza çıkarıldığımızda yer yönünden yetkiyle ve -her ne kadar özel bir kanunla da buraya tevzi edilmiş olsak- genel yetkiyle önünüzdeki meseleye baktığınız görülüyor. Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne, CMK 250 ile yetkili mahkemeye, TMK 10 ile yetkili mahkemeye, aradaki 59 ile yetkili mahkemeye peşinen söylediğimiz sözü size söylemek için erken. Size söylemek belki belli bir haksızlık da barındırabilir. Bir genel mahkeme sıfatı taşıdığınız için ve yer yönünden yetki ile davaya baktığınız için. Fakat bu tersine dönmüş bir karineyi düzeltmiyor.
Sayın yargıçlar; biz size bir şey ispat etmek yükümlülüğünde değiliz. Burada huzurda gördüğünüz kişiler beş ila otuz beş senedir bu ülkenin şehirlerinde İstanbul’da, Ankara’da, Adana’da, İzmir’de avukatlık yapıyorlar ve bu beş ila otuz beş senelik avukatlık pratikleri kamuoyunun önündedir, açıktır. Son derece tekdüze, son derece açık, istikrarlı bir avukatlık pratiğine sahibiz. Biz avukat olup olmadığımız konusunda heyetinizi ikna etmek isteğinde değiliz, böyle bir ihtiyacımız da yok. Sadece kendi yirmi yıllık meslek hayatım üzerinden sayabilirim size yirmi beş tane; bu ülkenin en etkili, en büyük, en kalabalık, en can yakan toplumsal ceza davalarında avukatlık görevi yaptım; müdafilik yaptım veya müdahil vekilliği yaptım. Benim ve buradaki meslektaşlarımın avukatlık pratiğinde bu yirmi yıl boyunca hiçbir kırılma yoktur. Biz ne isek oyuz. Bizim size ispat etmeye çalışacağımız bir şey yok. Fakat sizin bize ispat etmek yükümlülüğünde olduğunuz bir şey var. Siz bir mahkeme misiniz? Bu çok önemli, bunu bize göstermek durumundasınız. Niye?
Mesleğinizin içerisinde bulunduğu zor durum derken kastettiğim şey budur: Sacit Bey iddianameye dönüşmesini umduğu bir fezlekeyi Başsavcılığa sunduğunda -iddianame başlığıyla sunduğunda- meslekten atıldı ve kendisine şu söylendi: “Sen kimsin 12 Eylül darbesini yargılıyorsun! Sen kimsin bu Anayasa’nın sahipleri hakkında iddianame hazırlıyorsun!” Sacit Bey’i tanırım. Belki aranızda tanıyanlar vardır. Meslekten atıldı, avukatlık da yapılmasına cevaz verilmeyerek. Yani açlık çekmesi istenerek. Yani henüz o yaşta zorunlu olarak bir meslek sahibi olmadan ve emekli olmaksızın atılması istenerek. Hiç kimse ağzını açmadı. Ne o dönemki Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nuz ne bir tek yargıç ne bir tek savcı. Sacit Bey haklı çıktı. 12 Eylül’ü yapanların Anayasa’ya karşı suç işledikleri anlaşıldı. Bir iddianame tanzim edildi, bir mahkeme kuruldu, hatta hükümler kurulacak önümüzdeki hafta. Ne oldu, tek başına on bin hakim ve savcının karşısında Sacit Bey miydi ahlaklı olan, vicdanlı olan, insaflı olan, haklı olan? Niye bir tek meslektaşı çıkıp demedi ki; Sacit Bey sen haklısın ama biz çekiniyoruz, biz korkuyoruz, bizim çoluğumuz çocuğumuz var. O davada Çağdaş Hukukçular Derneği mağdur sıfatıyla müdahildir. Mağdur olarak alınmıştır ve müdahil kabul edilmiştir. Biz o davayı takip etmiyoruz. O davanın bir boşa seramoni olduğuna inanıyoruz. 12 Eylül rejiminin devam ettiğine inanıyoruz hâlâ ve devam edeceğine inanıyoruz; o yüzden o yargılamaya katılmadık ama resmi sıfatımız müdahildir o yargılamada. Arkasından Ferhat Bey’i meslekten attılar, Ferhat Bey’i de tanırım aynı davada görev yaptık. Şemdinli’de iki kontrgerilla başçavuş ile bir PKK itirafçısının bir kitabevine bomba atmaya karar vermesi üzerine gelişen bir davaydı. Bunun bir devlet kararı olduğu, bunun İl Jandarma Alay Komutanı’ndan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’na kadar -sonra Genelkurmay Başkanlığı da yaptı- organize bir örgütün işi olduğu o kadar açıktı ki dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı çıkıp demişti ki; “Ben onları tanırım.” Başçavuş tanırım dedikleri, kendisi orgeneral. Bu sözü söylediğinde üç yıldır orgeneral, iki başçavuş hakkında dedi ki; “İyi çocuklardır, ben tanırım.” Bu bile yeterdi zaten. Ferhat bir iddianame hazırladı, kırık dökük bir iddianameydi, ideolojik olarak çarpıklıklarla doluydu, sonunda bir paragrafı size hatırlatmak isterim. Şemdinli iddianamesinin -Ferhat SARIKAYA tarafından hazırlanmış iddianamenin- kamu davası da açıldı, kabul edildiği için o iddianame o iddianame üzerinden yürüdü. “Her devletin böyle işleri olur; gizli işleri, ispiyonaj, kontrgerilla, istihbarat bunlar çok çirkin işlerdir. İçlerinde provokasyon ve hatta suikast de barındırırlar, dünyadaki bütün devletler suikast işler.” diyordu Cumhuriyet Savcısı iddianamede, son sayfa sondan üçüncü paragraf. Fakat diyordu ki; “Bir devletin hukuk devleti olup olmadığı böyle suçların işlenip işlenmemesine göre değil, bir kere yakalanınca ne yapacağımızla ilgilidir. Her devlet bunları işler, mümkünse yakalanmasınlar, bu ayıptır yakalanmak. Bu tip kontrgerilla faaliyetleri yürütenlere, bu tip devlet içerisinde gizli örgüt faaliyeti yürütenlere, bu tip devlet içerisinde çeteleşmiş olanlara -bunlar savcının görüşleri ben kontrgerillanın devlet içerisinde yuvalanmış bir çete olduğuna inanmıyorum, ben kontgerillanın devlet olduğuna inanıyorum, yasama-yürütme-yargı kontgerilla, bunun devletin yapısal bir unsuru olduğuna inanıyorum zaten- yakalayınca ne yapacağız? Yakalanmaması gerekiyor bunların, gizli bir iş bu ama yakalayınca yargılamak zorundayız, iddianameyi böyle hazırlamıştı. Meslekten ihraç edildi avukatlık yapması da engellenerek, genç bir meslektaşınızdı avukatlık yapması da yasaklanarak meslekten ihraç edildi. Hakaret gördü o yargılamalar boyunca. Ona sahip çıkmaya çalışan üç yargıç meslektaşınız -Devlet Güvenlik Mahkemesi heyeti- her birisi ayrı bir Sulh Hukuk Mahkemesine sürülerek cezalandırıldı. Daha sonra Yargıtay Başkanlığı da yapacak olan 9. Ceza Dairesi Başkanı açıkça hakaret etti mahkeme kararında, “Siz kimsiniz böyle bir karar veriyorsunuz, siz kimsiniz Yaşar BÜYÜKANIT hakkında konuşuyorsunuz, derhal o kişileri askeri mahkemeye teslim edin!” diye bir ceza dairesi kararı çıktı, utanç vericidir o karar. Bir tek yargıç veya bir tek savcı Ferhat’ı neden atıyorsunuz demedi. Ferhat’ı atamazsınız işten demedi. Bir avukat arkadaşının yanında iş takipçiliği yapıp dilekçe yazarak geçinmeye çalıştı. Ama Ferhat haklı çıktı. Şimdi Ankara Cumhuriyet Savcılığı yapıyor, Ferhat’ın hazırladığı iddianameyle üç sanığa 40’ar sene hapis cezası verildi. Yargıtay onadı. Ferhat meslekten atılmış. Ferhat mı haklıydı sadece? On bin yargıç, on bin savcının ahlakı ile Ferhat’ın ahlakı karşı karşıya konulduğunda tek kahraman Ferhat mıydı meslekte?
Sonra bir Başsavcı odasında adeta yere yatırıldı! Bir başka savcı ve siyasi şube polisleri tarafından bir ilin Cumhuriyet Başsavcısıydı ve odasında yakalama yapıldı. Odasında! İnanılmaz hakaretler gördü. Kolundan tutuldu ve hapishaneye götürüldü. Bir tek kişi çıkıp sizden, bir tek yargıç ve savcı kalkıp ağzını açıp tek bir cümle söylemedi ve İlhan CİHANER hapse gitti. Biz söyledik, Sacit’de söyledik, Ferhat’da söyledik, İlhan’da söyledik, siz söylemediniz. Biz dedik ki yapamazsınız, yapmayın. Şimdi anlıyoruz ki, İlhan Bey gayet mazbut, gayet düzgün bir kişiymiş, halkın teveccühü ile milletvekili oldu. Hadi diyelim ki o sırada atanmıştı, şimdi ön seçime girdi halkın yüksek teveccühü ile yeniden milletvekili oluyor zannediyorum, istese itibarı da iade edilir. Zannediyorum biraz daha ısrar etse İstanbul’a başsavcı da yaparlar mesleğe geri alıp. Sadece İlhan Bey miymiş doğru söyleyen on bin yargıç, savcı niye hiç ağzını açmamış, niye bir tek söz söylememişler? Böyle bir meslek midir bu? Devam edelim.
Bu adliyede bir meslektaşınız -ben de tanıyorum çünkü o soruşturmada avukatlık yapıyorum- adliyeye giren silahlı özel hareket birlikleri tarafından katledildi bu adliyenin içerisinde. Kendisini rehin almış olan iki devrimci de onunla birlikte katledildiler. Bir propaganda eylemiydi Berkin ELVAN dosyasının açılmamasını ve buradaki polislerin devlet tarafından kayırılmasını kamuoyuna duyurmaya çalışan, buna bir son vermeye çalışan bir propaganda eylemiydi. Fakat böyle bir propaganda yapılması yerine, iki tane çevik kuvvet polisinin adının duyulması yerine Cumhuriyet Savcısının gözden çıkarılabilir olduğu anlaşıldı. Talimat verildi ve o duvarları yıkarak girip bu üç insanı katletti özel harekat polisleri. Saat dört buçukta servislerin önünde kuyruk oldunuz Çağlayan Adliyesi’nde. Bir tek yargıç, bir tek savcı benim meslektaşım ne oldu, bu insan burada rehinmiş, buraya bir müdahale yapmaları gerekiyor, bir müdahale yapacaklar acaba gidebilir miyim, acaba bir faydam olur mu, acaba hiç değilse burada eşinin yanında durabilir miyim demediniz! Bu nasıl bir meslek! Yani bu işi nasıl yapıyorsunuz. Red kararı nedeniyle, tahliye kararı nedeniyle iki asliye ceza yargıcını tutukladılar. Usûle uygundu, usûle uygun değildi… Kaç yıldır bu mesleği yapıyorsunuz her kararınız usûle uygun mu? Her usûle aykırı kararınız için tutuklansaydınız şimdi bugün burada olabilir miydiniz? İhlal ettiğiniz her yasa hükmü için tutuklanmış olsaydınız Çağlayan Adliyesi’nde bir heyet bulabilir miydik bizi yargılayacak? Hayır. Ama meslektaşlarınızın tutuklanmasına hiç ses çıkartmadınız. Garip!
Silah ve mühimmat yüklü tırlar -Türkiye’de imal edilmiş silah ve mühimmat- IŞİD terör örgütüne -Ortadoğu’yu yakan, Suriye’yi kan içerisinde bırakan, kelle kesen IŞİD terör örgütüne- düzenli bir biçimde ve IŞİD militanları da içinde olmak kaydıyla gönderilirken bir meslektaşınız onları yakaladı. Tırları durdurdu IŞİD militanlarını tespit etti, silah ve mühimmatı tespit etti, nerden geldiğini ve nereye gideceğini tespit etti. Yanında bir jandarma albayı, yanında jandarma binbaşısı, kendi başsavcı vekili, ilden sorumlu savcı. Bir soruşturma hazırladılar 45 sayfa -görmediyseniz bende var- her bir tutanağında albayın, binbaşının, savcının, başsavcı vekilinin imzası var ve bir savaş suçudur bu. Savaş halinde olmadığınız bir ülkede bir terör örgütüne -kanlı bir örgüte- silah gönderme organizasyonu Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında olan şahıs ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bağlı olduğu şahıslar açısından savaş suçudur. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanacaklar bu ispatlandığında. Şimdi bu meslektaşlarınız tutuklandı. Bir tanenizin sesi çıkmadı. Biz oradaydık. Şöyle güzel bir tartışma yaptık. Cemaat falan meseleleri konuşuldu biraz önce. Bizi cemaat tutukladı öyle anlıyoruz. Yani herhalde şurdan anlıyoruz kimsenin mezhebini, meşrebini bilmiyorum, ilgilenmiyorum da. Yani herkes canının istediği şekilde ibadete, takvaya, imana açıktır. Yargıçların siyasal görüşleri olabilir, hiçbir endişem yok. Bunu gizliyor olmanızı da ayıp bulurum. Bir yargıç hangi siyasi görüşe mensup olduğunu belli edebilmelidir. İtalya’da bu işler böyle olmuştur, MEDEL böyle kuruldu. İtalyan yargıçları ve savcıları meslek siyaseti üzerinden örgütlenerek bir üst birlik kurdular. Bugün bir baskı grubu, bugün güçlü bir örgütleri var. Fransa’da böyle oldu, İspanya’da böyle oldu. Siz de böyle yapabilirsiniz, yapmalısınız hatta. Siyasal görüşlerinizi saklayacak bir şey yok. Biliyoruz zaten, bir de zaten saklayamıyorsunuz da. Yani o yüzden bu çerçevede örgütlenmenizin, bir sağ kanadı ve bir sol kanadı olan yargıç örgütü kurmanızın bizce bir sakıncası yok. Biliriz karşımızdaki yargıç nedir, kimdir diye. Fakat bu meslektaşlarınıza da sahip çıkmadınız.
Genel başkan yardımcımız burda -aynı zamanda avukatım, avukatımız- o savcı meslektaşınızın evine gitti. Yani eğer bizi cemaat yakalattıysa, o meslektaşınız da cemaatçiyse, bizi tutuklatanların, bir yıl F tipi tecride tıkanların, huzurunuzdaki dosyayı hazırlayan örgütün bir elemanına gittik. Dedi ki Münip bey savcınıza, “Diren, teslim olma! Diren, dik dur biraz! Bizim size durduğumuz kadar dik dur hiç değilse. Bu faşizmdir, bunlar yargı kararı değil, bunlar mahkeme değil, bunların mahkemesine çıkılmaz!” Meslektaşınıza “Diren!” dedi. Diren, biz avukatlar sana sahip çıkarız dedi. Sen Türkiye Milli İstihbaratının, hükümetinin IŞİD’i desteklediğine ilişkin kanıtı bulmuş, toplamış olan savcısın, diren, arkandayız.” dedi. Üç saat falan direnmesini sağlayabildi yüksek enerjisi ile sonra savcı bey dedi ki; “Benim çoluğum çocuğum var, beni bırakın. Ben burdan gideyim, beni alsınlar, götürsünler.” Bu sırada başsavcınız ve vekilleri de gelip ona şöyle taahhütte bulunuyorlardı; “Merak etme seni kelepçeletmeyeceğiz, seni nezarete koydurmayacağız.” Kendisi de eski başsavcıdır bu lafların muhatabı. “Biz senin yanında otururuz, beraber kahve içeriz sonra da seni uçakla hapishaneye postalarız. Burda bir eziyet etmeyeceğiz sana” diye taahhütte bulunuyorlar meslektaşlarına. Bir gün önce aynı adliye binasında birlikte meslek yürüttükleri meslektaşlarına. Onlar da tutuklandı. Zekeriya’yı dün meslekten attılar. Süleyman’ı meslekten attılar. Güzel. Hepsini tanırdık. Meslektaşlarınız. Defalarca sizinle konuştuğumuz gibi tartışmışızdır, yaptıkları yanlış işleri söylemişizdir. Benim açımdan cemaate bağlı MHP’ye bağlı, CHP’ye bağlı, Hükümete bağlı, hiçbir şeye bağlı olmayan, okur yazar olmayan yargıcın savcının bir farkı yok. Birbirinizden daha kötü değilsiniz benim gözümde. Yani ben yaptıklarınıza bakıyorum, uygulamalarınıza bakıyorum, yasa ile ilişkinize bakıyorum. Ben ayırmam böyle bir örgüt vardıysa ve size eziyet ettiyse eğer cemaat -şimdi onun hesabı sorulduğu için rahatsanız, onun için sesinizi çıkarmıyorsanız- ayıptır. Ayıptır! Size bu eziyet edilirken sesinizi çıkartacaktınız. Hakkaniyet bunu gerektirir adalet dağıtmak bunu gerektirir. Yargıç, savcı olmak bunu gerektirir.