Merhaba
Merhaba,
Hapishane Defterleri bir Blog ama tanıdığım herkes Blog fikrinin geçen yüzyılda kaldığından emin. Elbette konuştuklarımın neredeyse hepsi benden genç; hapiste değil dışarıdalar; internet haberleri ve sosyal medya uygulamalarının korkunç akış hızına alışkınlar. Oysa hapiste el yazısıyla geçen altı yılın sonundan geriye baktığımda, mesaj aplikasyonları ve sosyal medya ağlarının hızını –sadece kaygı nesnesi halinde- hayal meyal hatırlayabiliyorum. O türden sürat aynı cüzdan, cep telefonu ve anahtar gibi artık yabancı bana.
Yani uyarılar büyük ihtimalle haklı da olsa, hapishanede yazıp çizdiklerimin kolay erişilebilir halde bir arada durması fikrinin çekiciliği azalmadı.
Dr. Johnson “No man but a blockhead ever wrote except for money” demiş: Enayiler bir yana, herkes para için yazar. Belki sadece kendisi için yazan vardır ama benimki üçü de değil; söylenmesi gerekenler olduğuna inandığım için yazıyorum. Söylemeyi sevdiklerimi yazıyorum da denebilir. Elbette hepsi okunsun diye yazıldılar. Bir kısmı yayınlandı veya duruşma salonlarında yargıçların yüzüne okunduysa bile diğerleri insan içine ilk defa çıkıyor. Yazmak, burada direnmenin güçlü bir yöntemi ve gayet tempolu bir iş lakin hapishanenin ritmi dışarıdan daha dingin. Öyleyse senkronda zorlanır mıyız? Şimdilik bilmiyorum. İlk defa birlikte dans edenlerin hızla kavradıkları gibi, müzik bitmeden önce adımlarımızı birbirimize uydururuz diye umuyorum.
Şöyle planladım;
İlki 2017’de yayınlanmış hapishane yazılarımı; tarih sırasından çok temalarını gözeterek DENEMELER sekmesinde –her hafta bir tane seçerek- toplamayı istiyorum ve aralarında hâlâ okumamış olduklarınızın bulunduğunu sanıyorum.
Deneme boyutuna ulaşmadıklarından defterlerde bırakılmış bazı notları VİNYET sekmesine –yine haftada bir- ekleyeceğim. Aslında bunlar “Kenar Süsü” demek için uzunlar –şikâyetler haklıysa zaten sadece uzun yazabiliyorum- ama sonuçta tek yaprağı geçmediklerinden isimleri böyle olsun.
SAVUNMALAR’ın hepsi mahkemelerde yapıldı hatta bir kısmı yayınlandı. Şimdi, toplamda beş yüz sayfayı geçen bu külliyatın ilginç ve yeniden göz atmaya değer küçük parçalarından –haftada bir- kesikler paylaşmak istiyorum. Herhalde büyük savunma metinlerinin içinde unutulmalarına kıyamadığım fragmanlar denebilir.
Nihayet, biraz sıradışı gibi duran son sekme; tefrika bir roman denemesi: İNAYET. İşte bunun kesinlikle geçen yüzyıldan kalma bir roman yayınlama yöntemi olduğu konusunda hemfikiriz. Her hafta bir bölüm yayınlamayı başarırsam, yıl bitmeden sonunu görebiliriz. Aslında boyumu aşan bir iş ama benim hapishane hayatımı renklendirdi, umarım sizin de ilginizi çeker.
Süreli bir Blog olsun; kırk hafta güncelleyelim ve bitirelim. Sonra belki müzik değişir, ritim hızlanır, hapishanede, okulda, fabrikada, sokakta hep birlikte daha hareketli şeyler deneriz.
Yayınlananlarla ilgili düşüncenizi iletebileceğiniz bir NOT DEFTERİ var; yazarsanız biraz geç bile olsa eninde sonunda haberim olur. Hatta sadece haberim olmaz “görüşmecim yeşil soğan göndermiş” gibi olur.
Devrimciler için tutsaklık sadece fiziksel direniş ve mücadele alanı değil, aynı zamanda çalışma ve üretim mekânı. Kendisi değil yayıncısı tarafından verilmiş bir isim de olsa “HAPİSHANE DEFTERLERİ”nin, İtalyan komünist ve üretken kıdemli tutsak Antonio Gramsci’ye selam olduğu gözden kaçmamıştır. Hapishaneyi okumanın ve yazmanın mekânı haline getirebilenlerin ait olduğu Cervantes’ten Gramsci’ye uzanan takımyıldız, benim hücremdeki masayı da aydınlatıyor.
Önce ve mutlaka –her koşulda- direnirsek, sonra mücadelenin orta yerinde okumayı ve yazmayı sürdürebilirsek emin olun: Biz Kazanacağız.
Sevgiler ve iyi okumalar.
Blog : selcukkozagacli.net.tr
Twitter : @KozagacliDefter
İnstagram : @kozagaclidefter