İnayet

BÖLÜM 26: HELALLEŞME

Belim ağrıyor.

Bel ağrısının mazeret kabul edilebileceği işler hangileridir diye düşünerek düz bant boyundan desandreyi tırmanmaya başlıyorum. Eğim, korktuğumdan yumuşak sayılır aslında. Yine de zorlanıyorum. Piyanist mesela, mazeret; kuaför, mazeret; kreş öğretmeni, mazeret. Madenci söz konusuysa, omurlarınız puzzle gibi iç içe geçip sinire binmeden ağrı mazeret kabul edilmiyordur herhalde; meğer ki torpilliniz olmasın. Var benim. Ananem revirde hemşireymiş zaten.

Adada hep giydiği beyaz keten elbisesi üstünde -sedef düğmeleri olan- kendi kumaşından kemeri var. Ayağındaki benim espadrillerim yalnız, onun beyaz ayakkabısı olmaz. Kıyafetinden en az bir ton koyu olacak İnayet, eğer gelin değilsen. Değilim. Onun gelinliğini de fotoğraftan biliyorum sadece. Büyük geldiği için arkasına basmış, ezilmiş espalarım sabo gibi duruyor. Babasına çekmiş kocaayak, bizim ailede otuz sekiz ilk defa geçiliyor; ağrı kesici ister misin? İstersin. Hacıya tespih ister misin diye sormuşlar; ya ben buraya niye geldim demiş. Eh be anane, bir yerim ağrımasa revirde ne işim var benim? Asıl senin ne işin var. Kömür tozlarının ortasında orkide beyazı. Korkuyorum. Anane ona niye orkide derler anlatayım mı? Revir çok yakındı yangına. Duvarda on beş tane oksijen maskesi asılı, öyle hızlı gelmiş ki duman bir tanesini alıp takamamış. Öldü sağlıkçı. Yerine ananem bakıyor? Evet. Çünkü senin bütün mazeret izinlerini ananen imzalar, kim bakacak? Belim ağrıyor. Hiç anlamıyorum; adam hacca kadar tespih almaya mı gitmiş deveyle? Uçak yok o zamanlar tamam ama benim revirde ne işim var? Anane güvende misin? Ağlamak istemiyorum şimdi, dönmeye çalışıyorum olmuyor belimden. Dönmeye. Yatakta dönmeye? Yatıyorsun. Hasta mısın? Hayır uyumak için yatmak gibi sanki, uyuyor musun?

Aybaşılı kadın gibi revir yazdırıp durmayın demiş Çavuş. Atılacak o kasalar! Benim de ağrıyor her yanım, ben yazdırıyor muyum revir? Hızlı tren makinisti, mazeret; pandomim sanatçısı, mazeret. Avukat? Bilmiyoruz. Hah, avukatsın sen! Keşfe indin. Bak buna olur mazeret ama dilekçeyi kime vereceksin? Sayılmaz. Çorap giysin o da, ayağını sıcak tutarsa daha az ağrır. Maden işçisi diyorum sen aybaşı diyorsun! Ben demedim, çavuş kızmış, o öyle demiş; hemoroit olabilir belki o zaman? Belim ağrıyor, üşüyorum, çok sıcak halbuki. Neredeyim? Yataktasın. Uyuman lazım, herkesin uyuması lazım. Herkes?

Kimse yok benden başka. İşçisin o zaman, uydurdun ben avukatım diye, keşfe indim diye; vardiyaya indin sen. Olamaz! Yok hiç kadın maden işçisi, evde haber bekliyor kadınlar, bel ağrısı batıyor yalnız uydurmuyorum onu, gerçek. Var artık kadın maden işçisi, mücadele ettik kazandık. Kim etti mücadele? Zeynep. O yapabilir, akıllı kız; benden olmaz. Utanmıyorsun bacak kadar kızla yarışmaya. Yarışmıyorum. Öyle kazanım olmaz olsun! Kadın madene inecek diye hak mı olurmuş? Önce işe bir bakalım! İşeme yarışı erkekler arasında mümkün sadece, ben niye yarışayım Zeynep’le? 

İşe demiyorum, işe bir bakalım diyorum, işe girmek için kapının önünde kuyrukta bekliyor insanlar ablacım, hak tabii, ne kadar işsiz olduğunu biliyor musun sen memlekette? Oyun mu bu? Oyun. Koz Kupa. Madenleri mi kapattıracaksınız!? Yalnız falan değilsin, kalabalık, görmüyorsun sadece etrafındakileri karanlık olduğu için. Işıklar kesik. Sopa var ceketlerinin altında, döner bıçağı. Dönerden çok insan kesen bıçak, samuray kılıcı, yaklaşma sen. Beline beline sopayla! Ondan mı ağrıyor benim belim? Değil. Jop o zaman. Jop denmez Cop. Kitaplar yüzünden ağrıyor belin. Çok okuyorsun. Geziye çevirecekler burayı. Benim işim olmaz, yürüyorum ben çıkışa doğru. Durdu iş. Dört kasa atmış olmamız lazımdı, bitmedi? Kasa nedir ablacım madem? Ne demek kasa nedir? Solucan tüneli mi bu? Bir metre arayla öyle, yanlara, üstlere çelik tahkimat yapmazsan durur mu bu delik yerin altında? Durmaz göçer. Çöker de denebilir ikisi de caizdir. Dört kasa attıysan, dört metre tünel kazdın demek işte. Üç kişi, günde dört kasa atmayla biter mi bin metre tünel? Bitmiş işte ama bizimki değil, biz atamadık sonuncuyu. Niye bitirmeden çıkıyorsunuz? Çavuşunuz nerede sizin? Malzeme bitti. Ulan kimsenin malzemesi bitmedi, sizinki mi bitti sahtekâr! Affedersin senden on yaş büyük bu adam, mühendis değil ne olursan ol, üç tane çocuğu var; niye ulan diyorsun? Ayıp değil mi? Allahsız hepsi bunların. Kirvem gene sağ ol da bunu o zaman söyleseydin daha hora geçerdi. Sen kafanı eğip yürüyüp gitmeseydin söylerdik; bana dese eğmem kafayı ağzının payını veririm. Hey maşallah delikanlıya bak! Bekâr olduğundan konuşuyor delikanlılıktan değil; yap üç çocuk, seni de görürüz kimin nafakasını kimin ağzının payına veriyorsun. Bekârsa valedir, kupa oğlan. Evliyse papaz. Üç çocuklu. Uyanır gibi oldum. Çok bunaldım. Belim acıyor. Kalk İnayet! Gece daha?

Kalk! Yatakta değilim ki kalkayım. Yere metal yangın merdiveni uzatmışlar, üzerine cüppe sermişim; kaftandır belki, hayır cüppe denir avukat olduğundan, basamağı sırtımı eziyor, çok saçma. Yere paralel merdiven diyorum. Uyumuyorum; uyanamıyorum sadece, farklı şeyler bunlar. Camdan içeri değişik bir ışık vuruyor, turuncumsu sarı, tanıdık: Sokak Lambası! Demek ki ocak değil işte! Penceresi var. Tanıyorsun burayı o zaman? Bir de neresi diyorsun? Sahtekâr! Niye bıraktınız kasa atmayı madem? Koku gelince, kablo yanığı gibi, bıraktık yürüdük. Deden, git sigortayı kapat İnayet, girişte çatı kapağının altında diyor. Bakıyorum, yok burada çatı kapağı. Çatı yok her şeyden önce, teras. Deden hiç gördü mü bu evi embesil, nereden bilsin sigorta panosunun yerini? Maden burası, çatısı mı olur? İyi, bırakalım yansın o zaman kablo? Yansın yanıyorsa, duman var zaten her yerde, sadece kablodan çıkmaz o kadar duman, kömür yanıyor. Hızlı yürü! Belim ağrıyor yürüyemem, boğulur muyuz kablodan? Boğma teli gibi bir şey mi sanıyorsun sen kabloyu? Hani pantolon kemeriyle gidip de cezaevinin banyosuna? Hapishanenin. Aferin. Hapishane. Belim kalınlığında o enerji nakil hatları! Benim belim kalın değil, kum saati gibiyim, kemerim kısa olurdu, o yüzden yetmez kendini asmaya. Kısa olur desene, neden olurdu? Pantolon giymiyorum ben giysem kısa olurdu. Yok mu eteklerinde kemer? Var. Al işte sahtekârsın. Değil, boynum uzun biraz benim, asamam. Aferin! Karbonmonoksit boğuyor zaten insanları kabloyla bir alakası yok.

Uyandım. Çarpıntım var. Bu sefer tamam. Uyandım! Ter içindeyim. Kitapların üzerinde yatıyorum. Telefon şarj kablosu var elimde. Sen kim, keşif ne, kâşif kim İnayet!? Telefonla konuşmak için uzandığımda yatağın içinde miydi bu kitaplar? Evet. Susadım. Bu ne? Telefon. Kendisi de var telefonun. Doğrul. Belim gerçekten ağrımıyor, acıyor sadece, yatağa yığdığım kitapların üzerinde uyumuşum, ciltleri sırtıma batmış! Senden başka ciltli kitap okuyan tanıyor musun? Karton kapak al. Ayağımla itiyorum, düşürdüm ayak ucumdakileri. Esas belimin altındaki batıyor. Su iç kalk, soğuk su. Yok. Fareler içmiştir. Saçmalama, kalk! Belini acıtanı at yere. Terlemişim ama üşüyorum. Yastığı çevirsem? Islak. Uyuman gerekiyor, keşif, çok sıcak.

Belki bir aydır böyleydi. Rekup serin, ayak sıcak. Baktın, rekup da sıcak şimdi, her yer sıcak. Soyun. Soyunulmaz. Soyun salak pişeceksin! Hayır. Ananem aşağıda revirde, çizgisi görünmeyecek yakandan, soyunamam. Anane güvende misin? Ne yapacağız? Yangın var. Ananem, ananem, ananem, hep ananen. Annenle baban yok mu senin? Neredeler? Gitti onlar. Sen niye kaldın? Bıraktılar, ben kalmadım. Sen çok yavaş yürüyorsun, kusurumuza bakma, biz duman gelmeden buradan çıkarız, ne yapalım demişler. Düşmüş sonra uçak. Sen küçük olduğun için mi yavaş yürüyormuşsun İnna? Hayır, ayağını konveyöre vurmuş ışıklar sönünce, ondan topallıyormuş, bir de belim ağrıyor. Gönül koymuş sonra, biraz ağlamış. Çok az. Orada mı ağlamış? Evet, yalnız zaten kimse yok, ağlanabilir. Kendi mi söyledi? Karısına demiş bir keresinde, yeni çıkartıldığında. Bunlar koyup gidince, orada oturup beklemiş gelsin diye. Arkadaşları mı geri gelsin diye? Hayır. Kim gelsin diye? İşte. Gelmiş mi? Ölüm mü? Hayır, duman gelmiş. Yani gelmiş de az gelmiş, kelebede çünkü. Kelebe ne demek? Yazdım sözlüğe biliyorum. Sen nereden biliyorsun seni sevmediğini, çok küçüksün, dört yaşında? Ben bilirim. Var bir sürü annesi ölen, çok seviyorlardı ama fotoğraflarına baktığımdan biliyorum. Olmuş tamam ama seviyor işte annesi onu, seviyormuş yani, sonra ölmüş. Yok mu senin fotoğrafın? Yok. Sahtekâr.

Var. Çok var. Tahlisiye ekipleri gelmiş, oksijen maskesi takıp sedyeye yatırmışlar. Ağlıyor mu hâlâ? Değil, hayır, önceden ağlamış dedim ya, çok az. Çıkartırlarken bunu sedyeyle, yola bakmış. Yattığı yerden mi bakıyor? Yattığı yerden, evet, yatıyor sedyede; yolda onu bırakıp hızlı hızlı yürüyenlerin cesetleri yanda; üst üste yatmış bunu bekliyor! Ceset nasıl beklesin yatıp İnayet? İradesi mi var? Üf, tahlisiye ekibi koymuş işte oraya yani, banda yüklemek için, vefat etmişler. Ceset diyorsun ya zaten etmeyecek miydi bir de? Vefat diyorum, ölmüş demedim de bak yemin ederim seninle konuşmam bana semantik yapacaksan rüyada! Rüyada. Rüya’da. Rüya.

Rüyada!? İnayet Uyan! Yataktasın. Değil, sedyedeyim.

Semantik sevmiyorsan Gramatik yapayım sana Hasan Paşa gibi? Hayır. Hiçbir şey yapma sus, anlatıyorum. Sen yavaş yürüyorsun, yetişemeyiz çıkışa diye onlar bırakıp, bu da işte topalladığından yürüyemeyip kelebede kalınca, bir dakika, kelebe ne demek demiştin? Oraya niye gelmiyor duman? Gelmiş diyorum sana, az gelmiş, bayıltacak kadar, anlattıracak mısın susup? Kelebe, dar işte, farklı yüksekliklerde iki tünelin arasında, cep gibi küçük merdiven boşluğu yani. Boşluğu mu yoksa merdiveni de var mı? Var. Anladım. Kalınca kelebede, duman ötekilerden hızlı yürümüş ana yolda. Tez ayaklı ölüm. Homeros mu bu? Hayır, taklit ediyorum. Onlar gitti sen kaldın, bağışlasan artık? Olmaz! Bıraktı onlar beni, terk etti. İyi ya işte bıraktıklarından sağ kaldın kurban olduğum, helal et hakkını demiş karısı, etmem demiş. Sonra, tamam ettim demiş. Yalandan, etmemiş aslında; etmeyince de uyanıp ağlıyorum her gece, rüya bu uyanmaya çalış diyorum, belim ağrıyor. Helal etsem uyuyamıyorum, etmesem uyanamıyorum. Bilsem sevdiğinden bıraktığını her yerde ağlarım, emin olamadığımdan yalnızken ağlıyorum. Demiş? Hayır. Hiç ağlamamış bir daha, zaten ağlayan bir adam değilmiş bu, karısının gördüğü tek o sefer, ondan önce ağladıysa küçükken, ben bilmiyorum onu da anası bilebilir, zaten bir adamın huyunu karısı bilmezse belki bir de anası bilebilir demiş. Kim bilecek? Kimin kimden önce öleceğini kim bilir? Sen de onlarla ölsen daha mı iyiydi demiş bir de. Kim demiş? Karısı. Evet belki öylesi daha iyiydi. Tüh sana! Biz ne olurduk sen ölsen!? O mu iyilik!? Sen etmezsen etme, ben ederim demiş kadın: Allah onlardan razı olsun ki seni orada bırakmışlar. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânları cennet olsun, hakkımız varsa helal olsun! Yoktur ki senin hakkın. Olmaz mı? Gelmedi mi evime? Kuru fasulye yapmadım mı? Seviyor dedin. Helal olsun. Arkadaşı var, tek mi yiyecek orada elmayı diye sefer tasına üç tane? Helal olsun. Dur daha, yenge dedi, bu doğuracak, biz hastaneden dönene kadar oğlanı sana? Sarı oğlan? Evet. Sezaryen. Kalkamayınca kız yirmi beş gün sarı oğlana kim baktı? Helal olsun o da. Sigara tuttum yaktı. Peki, peki de beni topallıyor diye ölmeye, ağzında kelebenin, beni bırakıp… Sus! Helal olsun de demiş. Ettim. Yalandan mı? Essahtan et! Bilmiyor karısı gece uyanıp ağlıyor o yüzden. Karısı mı ağlıyor adam mı İnayet? Hepimiz ağlıyoruz işte fırsat bulunca, karısı evet. Adam ağlayan biri değil normalde.

İnayet, lütfen kalk, uyan! Ağlama, rüya bu, doğrul. Kalkamam. Rüya değil, ağlarsam da ağlarım kimseyi ilgilendirmez. Belim acıyor. Evet, kitabın üzerinde yatıyorsun çünkü, bir doğrulabilsen? İnayet? İnayet! Kalk.

Kalk! Aşağı çöküyor duman, en kötüsü yatmak. Yüksek yere tırman, burnunu kapalı tut. Burnunuzu kıstıracaksınız maskenin klipsiyle, insan gibi söyleneni yapsanız ölmeyeceksiniz. Çalışıyorsa, düzgün açabildiysen, takmayı becerdiysen, burnunu kapattıysan, ağzından nefes al sadece, yaptın onu da kralı iki saat gider maskenin. Saat kaç? Bilmiyoruz. 13 saattir aşağıda o adam. Kim? Adorno. Allah bunu benim elime tutuşturanın belasını… Bela okuma, döner bizi bulur. Bulmadığı buysa! Dişle boruyu sen, geliyor hava, geliyor da ciğerim yanıyor benim, belim ağrıyor gardaş, yukarısı batsın gardaş kalk aşağı doğru yürüyelim demiş. Bant boyuna? Ana yola doğru, kalk. Hayır, yukarı, yukarı! Bırak yukarıyı, bunun sonu belli; ana yola çıkalım, hiç değilse cenazemizi bulsunlar çoluk çocuğa Fatiha okutacak mezar taşımız olur, kalk. Bulurlar merak etme, şu kadar yerde bulamayacak ne var cenazeyi? Boş ver, bir yudum su bul sen, içelim, nerede olsa ölürüz, diriyi kurtarmak zor, tahlisiyeci de Fatiha da bela da ölüyü bulur gelir peşinden merak etme sen demiş. Elinde zaten su. Bitmiş. İçtin demin bitti. İçmedim. İçtin güzel gardaşım, demin içtin, kalk bir gayret, sen gördün mü hiç eski üretim panosu? Hani kapatıyoruz? Bulurlarmış! Yangın söndüreceğiz diye bastılar mı küllü suyu tünele görürsün mezar taşını, dolar tünel, beton gibi olur kül, yüz yıl açmazlar bir daha kalk, anıt mezar olur. Betondan madenci anıtı değil, küllü sudan; yukarı doğru değil aşağı doğru heykel. Ne anlatmak istemiş sanatçı? İçi gerçek madencili maden tüneli, realizm, somut çalışmış. Sus. Daha mı kötü? Değil. Bak listeye hepsini bulup çıkaralım. Liste mi var? Check-in listesi. Kuyruktan orta kapıya kadar burada dağılmış olsa kokpiti tam nerede olabilir bunun? Belki beş kilometrekareye saçıldı demiş. Bulduk mu hepsini? Buluruz, listesi var, nereye gidecek, sen karakutuyu bul. İnsan aranmaz uçak kırımında, önce karakutu aranır, merak edeceksen onu merak et. Şimdi bu uçak niye düştü? Karakutu. Aferin, onu da zaten bulunacak yere koyarlar. İnsan ölmüş, köpek var, her parçasını buluruz. Köpek olmaz! Elinle ara! Sok elini, aşağı, kalk Allah senin belanı versin, belindeki batıyor, kalk!

Yatakta doğrulup belimin altındaki kitabı aşağı attım. Ağlamışım salya sümük. Burnum akmış, kirpiklerim yapışmış. Eh İnayet, sen kim köpeksin ki avukatçılık oynamaya keşfe ineceksin! Kendi hayaletlerinden kurtuldun işçilerin hayaleti kaldı. Ayağımı çıkardım yataktan. Yerdeki kitaplara basınca geri kaldırdım. Kitaba basılmaz. Saat kaç? Bilmiyoruz, gece ama daha. Kabus geri çağırıyor. Adam dedi sana, dosya sana göre değil diye, çok susadım, olmaz tabii, sen hepsini oku tanık beyanlarının. O dayanır, insanın karanlığına düşkün; çok çirkiniz çaresizken, ölürken, öldürürken… Şimdi kaçarsan sonra gelir. Derin nefes aldım; 

“…

Ama sadece ölmek için 

gelmedik bu dünyaya.

Gün ağarırken 

limon kabuğu kokusu geldiğine göre.” 

Geliyor burnuma gerçekten limon kabuğu kokusu, sadece iyi şiirin başarabileceği bir numara.

“…

Salyangozlar öldürülenlerin giysileri arasında sürünüyor.

…”

Değil. Sümük o. Yastık ıslak. Attım onu da aşağı. Yok su. En iyi şiir bile susuzluk konusunda çaresiz. Ritsos. Şiiri diyorum. Yok su. Uyudum.

Duman falan yok tünellerde. Karşımdan geliyorlar, çok kalabalık. Niye metro tüneline benziyor? Kalabalıktan. Hayır, fayans yüzünden. Havaalanı tuvaleti gibi fayans döşemişler yerden tavana. Madenin duvarına mı İnayet? Bilmiyorum, yine ağlamaya başladım. Ağlama ablacım, baş edecek insanlar, biz burdayız diyor Zeynep. Gelip yanımda durdular, tepe lambaları yanıyor. Ağlama bacım, başmühendis gitti şimdi nefesliğin kapılarını açmaya, çavuş gitti, duman oradan çıkacak biz buradan, kurtulduk ağlama. Gitmeyin, dedim; maskenizin klipsini takın. Başka bir halt bildiğim de yok zaten. Hepsi bacım deyince en gençleri de ağlama yenge dedi. Hangisinin karısıyım ben acaba bunlardan? Hayaletlerin kızı İnayet, torunu; evlendim şimdi beyaz ayakkabı giyebilirim. Kampana sesi var. Vapur yanaşıyor gibi metro istasyonuna. Demiş ki, kim demiş? Mühendis, senin üç tane çocuğun var, maskeni tak otur oturduğun yerde, benim çocuğum olmadı, yengen de teyzemin kızı, sahipsiz bırakmazlar herkes bakar, hakkınızı helal edin demiş; Allah korusun, helal olsun deyince bunlar, gitmiş mühendis. Yani siz benim mesuliyetimdesiniz, o zaman ben gireyim dumanın içine şu kapıyı… Kapı nedir ulan madenin içinde!? O ayrı, sorarız onu Derviş’e çıkabilirsek, ama ne kapı! Her açmaya giden ölmüş, her yola çıkan bilmiş öleceğini, helalleşmiş. Ulan diyen mühendis mi o? Evet. Ölmemiş o zaman vefat etmiş. Sabah işe gidip de vefat etseydin şimdi senin annenin de avukatıydım, tanıyorum annesini bak, avukatım ben işte! Uyan. Ulan! Uyan. Ayağa kalk. Daha dur, kalkma, çok erken umudu kestin sen insandan diyor Zeynep, helal etmişler mi haklarını? Etmişler. E, ablacım? Var daha. Sen yine mi girdin, ayakta duramıyorsun çık deyince, beni de birisi çıkarmadı mı, bir gayret kimi çıkarırsak, çıkamazsak da hakkınızı helal edin demiş. Daha çıkamamış. Üçüncü. Tamam, uyanacağım, anladım. Tamam değil, var daha. Sen kimsin? Beni buraya kadar sırtında mı getirdin? Getirdim. Yanıma düştün, artık öldüyse de ölüsünü çıkarayım deyip, bas bari ayağını yürüyebiliyorsan konuşacağına deyince, hakkını helal et demiş. İkisi çıkınca musahip olmuşlar. O ne demek? Kardeş gibi işte bizde, bizden olmayınca musahip denmez diye kızınca, kim kızınca? Kayınpederi. Söğmüş adama, kaf vavîyle sövmüş o zaman, daha küsler. Öbürü helal olsun demiş mi? Dememiş. Ulan amma ağırsın, ne yediriyorsa sana yenge demiş. Ben ne yiyorsam, bundan sonra sen de onu musahibim, daha sofrayı bölmeyelim. Öldüm ben, sen dirilttin. Haşa. Kampana sesi var. Vapur. Göz kırpan floresanlar fayanstan yansıyor, her yer fayans olunca kömür nereden çıkacak? Birlik olsak iğnenin deliğinden biz o kömürü, kayınpederiyle barışmış mı sonra? Sormadım kadına, sigara tuttum. Devrim bu havzada olacak, sen göremezsin, akciğer kanseri. Sohbet etmeye kork, sigara tut hep kadıncağızlara. Aferin. Durdu ağlamam. Hep helalleşmişler işte Zeynep, bırak beni gideyim, saat dört oldu, dedem geliyor bu vapurla. Gideyim mi karşılamaya diyorum ananeme, git, bez ayakkabıyla olmaz, spor ayakkabılarını giy diyor. Espadrillerimi ayağımdan sallayarak atıp, çıplak ayak bağcıklılarımı arıyorum. Sana ayakkabı bağlamayı kim öğretti? İyi, bana ananem. Aferin İnayet, fırlat buraya, bir daha zor bulursun, bunları ben giyeceğim diyor arkamdan. İçim rahat; sen beyaz ayakkabı giymezsin ki diye bağırıyorum iskeleye koşarken. Ananem güvende, dedem geliyor! Herkesi, her şeyi bağışla kurtul, hellalleş!

Olmaz! Dediğimi duymamak için gösterdiğim gayretten uyandım. Olur mu? Bilmiyorum, olmadı şimdiye kadar. Sabaha daha çok var, saat dört hakikaten. Oda savaş yeri gibi, terden suya batmışım. Pijamadaki nilüferler yüzüyor. Küçük çiçeklisinde papatya var. Büyük papatya olsa ben yine papatyalıya büyük çiçekli demem, pijamaya göre değil çiçeğe göre sınıflandırıyorum. Gidip yüzümü yıkadım. Ensemi, koltuk altlarımı ıslattım. Üzerimdekileri çıkarıp havluya sarındım.

Keşif beni öldürecek mi bilmiyorum ama bir gece daha geç olsaymış kaygısından, kâbusundan öleceğim kesin. İnsanlar, insanlar, ne yapacağız? Bıyık haklı belki de dosya falan yalan, bütün davalar insandan ibaret. Birbirlerini terk ediyorlar, sırtlarında taşıyorlar, bela okuyup helalleşiyorlar. Kendi derdini koy elin derdinin içine, al, ortak davanız oldu. Melike nasıl dayanabiliyor acaba bu kadar uzun tanık dinlemeye, rüya da mı görmüyor bu kız? Su buldum, sigara yaktım, çakmağın sesi avutuyor biraz. Açıp kapatıyorum tekrar. Ortak dava değil, ortak değer bulunacak ablacım. Olur Zeynep. Pencerenin önündeyim. Sigaranın ışığı camda ateş böceği gibi yansıyor elim titrediği için, camın önünde uçuşan kızıl bir böcek. Durdu sonra, kondu pervaza, sakinleştim.

“Sağlam dur” diyorum gereksiz yere. İnsanların önünde bırakmam zaten kendimi, eziyetim yalnızken benim. Söylemek gereksizdi o yüzden. Ayrıca devrimci falan olmaz senden demek istiyorum yüksek sesle ama demedim onu da. Korkuyorsun sen insanların karanlığından. Kat yerlerim gevşemiş gibi hissediyorum, silikleştim. Yeni bu. Durdukları gibi dursun istiyorum, kat yerlerim, korkuyorum.

Kahve iç, grissini ye.

Uyunmaz artık. Duş al. Keşfe git sabah.