Savunma

TUTUKLULUĞA DAİR… -1

[İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 1 Haziran 2022 tarihlerinde okunmuştur.]

 

… Şöyle bir problem oldu ben hiç tahliye talep etmedim, ben hayatımda tutuklu kaldığım hiçbir dosyada tahliye talep etmedim, 2013’ten bu yana bu dosyada da tahliye talep etmedim etmiyorum fakat genç meslektaşlarımda bir rahatsızlığa yol açıyor bu durum mutsuz oluyorlar benim tahliye talep etmememden.

Siz tutuk devam kararı verirken hiç zorlanmıyorsunuz, en küçük bir zorlanma, düşünme, mütalaa etme jesti göstermiyorsunuz. Hiçbir gerekçe yazmıyorsunuz, aynı üç cümleyi, -kanundan kopyalanmış üç cümleyi- yapıştırıyorsunuz aylardır. Ben de tahliye talep etmeyince genç meslektaşlarımda şöyle bir gerginlik doğuyor: “Ya bu tahliye önemsiz bir konu mu, yani biz sizin çıkmanız için mücadele ediyoruz, biz bir şeyi eksik mi yapıyoruz?” diyorlar bana gelip. Hayır, elbette hiçbir şeyi eksik yapmıyorlar. Bu davanın avukatları bu ülkedeki ceza avukatlığının kremasıdır, biz en iyilerle, en cesurlarla, en sofistike avukatlık desteğiyle bir aradayız, bunu size söylemek isterim.

Bu dosyada, önünüzdeki dosyada bir grup sanığa tek bir noter vekaletnamesiyle verilmiş dünyadaki en yüksek sayıda avukat vekaleti dosyanızın içerisinde, tek parça bir evrak. 1800 avukat bir noterden bu sanıklara ‘biz avukatlıklarını yapmak istiyoruz’ demiş. O dönemin Kandıra Noteri bana bunun dünya üzerinde bir rekor olduğunu, eğer istiyorsam Guinnes’e kaydettirebileceğimi söyledi. Tek bir vekalette 1800 avukat, şu andaki sayı 3200, dosyanızda avukatlığımızı yapan meslektaşlarımızın sayısı. Bir kere daha yüksek sesle söylemek istiyorum, 2013’ten bu yana bu davada avukatlık yapan bu 3200 meslektaşımızdan sonuna kadar razıyız. Hiçbir eksikleri yok, hiçbir noksanları yok, benim tahliye talep etmememin de bununla bir ilgisi yok. Onların yaptığı avukatlıkla bir ilgisi yok, tahliye olmamamızın da bununla bir ilgisi yok. 

Ceza avukatlığı mesleğinin en altın kuralı şudur; -kıdemli meslektaşlarım biliyorlar, genç meslektaşlarıma hatırlatmaya çalışıyorum- tutukluluk devam ediyorsa hakim tutuyordur, tahliye olmuşsa avukat almıştır. Biz bu mesleği böyle yaptık yıllarca böyle yapılır, dedim ki onlara tahliye olursak siz sahiplenin biz tahliye ettik deyin, tutukluluk devam ettiği sürece mahkeme tutuklu tuttu dersiniz. Tam ikna edemedim henüz ama çalışıyorum, hiçbir eksikleri olmadığını bilsinler, bu dosyadan daha iyi bir avukatlık hizmeti hiçbir dosyada verilmemiştir. 

… Birkaç söz etmek istiyorum dosyanın tarihçesinden. Benim hakkımdaki ilk tutuk devam kararını, ilk tutuk kararını veren adamcağız hapiste şu anda, 25 sene hapis cezası yedi. Beni tutuklayan adam hapiste, önemli değil kim olduğu, ne olduğu. Soruşturma aşamasında tutuk devam kararı verenlerden şu anda hakimlik yapan yok, şu anda dışarıda olan yok, serbest olan yok, birisi yurt dışında firari, ikisi hapisteler, geçtik o kısmını. Şimdi kovuşturma başladıktan sonra benim hakkımda ilk tutuk devam kararı veren hakimin adı Mustafa Bağarkası -kulakları çınlasın- Mustafa Bey İstanbul Adliyesi’nin gayet seçkin bir hakimidir, hasbelkader her insanın başına böyle rezillikler gelir, Terörle Mücadele Kanunu 10. Madde’yle görevli bir mahkemeye görevlendirileceği tutmuştu Mustafa Bey’in. Asla kendisine yakıştıramadığım bir iştir, tanırım, iki kere tutuk devam kararı verdi, her ikisinin de gerekçesini yazdı, gerekçe şuydu: Açtık tensip yaptık, henüz sorgularını almadığımız için tutukluluklarının devamına karar veriyoruz. Yasal süre geçti, ikinci kez önüne aldı, dedi ki henüz duruşma olmadığı için sorgularını alamadık, tutuk devam kararı veriyoruz. Üçüncü tutuk devam kararında Sayın Başkan, Sayın Üyeler sorgumuzu aldı, bir buçuk gün konuştum, -sadece ben bir buçuk gün konuştum, sorgu verdim- mahkemenizin dosyasının sorgusu, bir buçuk gün verdim ve Mustafa Bağarkası benim hakkımda üçüncü tutuk devam kararını verdi. Meslektaşlarımın birçoğunu serbest bıraktı, Barkın (Timtik) ve beni yine tutuklu tuttu. 

Şimdi bakın üçüncü tutuk devam kararının gerekçesi sizin açınızdan ilginç, önemli bu, 2013 yılının Aralık ayındayız, bundan 10 yıl öncesini konuşuyoruz, benim hakkımda verilmiş ilk gerçek tutuk devam kararının gerekçesi diyor ki; Sayın Heyet, o dönemin Sayın Heyeti, Mustafa Bağarkası başkanlığında, sorgularını aldık diyor, sorgularını aldık fakat ‘Hollanda ve Belçika Belgeleri’ adı verilen dijital deliller ikmal edilmedi diyor henüz, bu deliller ikmal edilmediği için bu deliller ikmal edilinceye kadar tutukluluğun devamına karar verdik diyor, bundan 10 yıl önce oluyor bu Sayın Başkan. 10 yıl önce bir heyet benim ve Barkın’ın (Timtik) ‘Hollanda ve Belçika Belgeleri’ henüz ikmal edilmediği için tutuk devam kararını veriyor ama madem kulağını çınlattık -haysiyet sahibi bir hakim olduğu için kulağını çınlatıyoruz- ‘Hollanda ve Belçika Belgeleri’ ikmal edilmedi diye tutuk devam kararı verecekseniz eğer bak arkasından şöyle ara karar yazdırılır. 30.12.2013, TMK 10. Maddesi ile görevli İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi müzekkere yazıyor: 

Mahkememizdeki dosyada bulunan iddianame, CD içerisinde gönderilmiş olup iddianamede yer alan ve örgüt mensuplarının sorunlarıyla bir kısım sanıkların yazdıkları iddia edilen, Hollanda ve Belçika ülkelerinden temin edildiği iddia edilen -belirtilen- belgelerin muhafaza edilmekte olduğu yerin araştırılması; araştırıldıktan sonra bu belgelerin teminine ilişkin uluslararası teslim ve tesellüm belgeleri de dahil olmak üzere istinabe evrakının tasdikli örneğinin talep edilmesi; belgeler ve el konulmaları ve ayrıca dijital belgeler bakımından incelemenin yapılmasına ilişkin mahkeme kararları ve tasdikli örneklerinin talep edilmesi; çözümü yapıldığı bildirilen fiziki belgelerin orjinal dosyadaki haliyle tasdikli örneklerinin birlikte gönderilmesi; tercüme edilmiş evrak ile ilgili yemin zaptı, tercüme edilmiş metin ve mahallinden temin edilecek orjinal metnin tasdikli örneği; ayrıca temin edildiği belirtilen CD’lerin ve diğer dijital belgelerin imajlarının birer örneğinin çoğaltılarak mahkememize gönderilmesi… 

Beni ‘Hollanda Belçika Belgesi’ nedeniyle tutuklu tutacak yargıç bunu talep ediyorsa ben yatarım bir celse daha, bir şey yok yattım zaten, şimdi Sayın Mustafa Bağarkası’nın ömrü bu ara karardan sonra mart ayına kadar sürdü, biliyorsunuz demin söz edildi. Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. Maddesi kapsamındaki özel yetkili mahkemeler kaldırıldı, el çekti o mahkeme, 18’e geldik. Mehmet Mustafa Gülbay’dı o da yargıçlık yapıyor bildiğim kadarıyla hâlâ, takip etmedim akıbetini ama o da ilk başkan olarak tutuksuz karşıladı bizi, o ve devam eden 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nin heyetinden yahut savcılarından, duruşma savcılarından hiçbir tutuklama tacizine maruz kalmadık yargılamamız boyunca, hiçbir biçimde bizi tutuklamaya çalışmadılar ve Sayın Bağarkası’nın verdiği ara kararı yerine getirtebilecek delikanlılıkta, güçte, kapasitede, hakimlik mesleki yeterliliğinde bir heyet -kusura bakmazsanız- size kadar çıkmadı. Emniyet Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu ara kararı yerine getirebilecek cesareti size kadar gösteremedi, sizi de bu dosyada ayrı bir yere koyuyorum, koymak zorundayız yani. 10 yıldır aranan ve müzekkeresine cevap verilmeyen bir mahkemenin haysiyetini bir parça kurtarıp çuvalı en azından buldunuz, gerisini göreceğiz, gerisinde daha 8 kalem ara kararınız var. İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’ne devreden 23. Ağır Ceza Mahkemesi -bu dosyanın esas mahkemesinin 30.12.2013 tarihli 8 kalem ara kararı var- bakalım onları da yerine getirtebilecek misiniz? Onları yerine getirtebilirseniz bu dava sizin söylediğiniz gibi gümler mi ara kararda söylediğiniz gibi, karar da verilemez mi, zaten de bu iş olmaz mı onu o zaman göreceğiz. Şimdilik bildiğimiz en azından bulduk delilleri -Mustafa Bey’in kulakları çınlasın- bundan 10 yıl önce bizim tutukluluğumuzun devamı için ileri sürülmüş gerekçeyi, 10 yıl sonra tutuk devam gerekçesi olarak önümüze koyuyorsunuz tekrar. 

Bu arada biz 5 yıl dışarıda gezmişiz, avukatlık yapmışız, 18 tane Avrupa ve dünya ülkesini gezip ülkeye geri dönmüşüm, oturduğum adres ve büro adresim değişmemiş fakat hamakatla beni burada tutuyorsunuz ve bunun öngörülebilir olmasını ummamız gerekiyor. 

Yani mesela bakın Haziran Ayaklanması dosyasına da Gezi davasına bir bakın ya, bu meslektaşımıza ne diyelim şimdi, Avukat Can Atalay’a? 8 sene, 7 sene boyunca davasını takip etmiş, bir kere bile tutuklanması istenmemiş, yurt dışına çıkış yasağı, adli kontrol istenmemiş, hakkında iki ayrı beraat kararı verilmiş bir adam duruşma salonunda tutuklanacağını öngörebilir mi? Bu mu hukuk yani, “bir numara çevirdik, salondan tutukladık, kendimizi göstereceğimiz yere gösterdik” bu mu hakimlik? 

Öngörülebilir olmayan hukuk, hukuk değildir ve mahkeme salonunda görülmüyordur o iş, başka yerde görülüyordur. Bu meslektaşımıza ve diğer Gezi davası tutsaklarına yapılan saldırıyı kabul edilemez buluyoruz ve asla da kabul etmeyeceğiz. 

Şimdi fark ettiyseniz şunu söylüyorum, zorunlu tutukluluk her zaman yanlıştır, her yerde yanlıştır denebilir mi? Ben 15 sene meslek içi eğitim verdim, demedim, şimdi de demiyorum. Keşke zorunlu tutukluluk olsaydı. Bunu beceremiyorsunuz, 60 yıllık Türk yargıç pratiği bize göstermiştir ki ihtiyari tutukluluğu beceremiyorsunuz. Hangi nedenden olduğunu bilmiyoruz, baskı altındasınız, zulüm altındasınız, puanınız kırılıyor, çoluğunuz çocuğunuzla tehdit ediliyorsunuz, okuduğunuzu anlamıyorsunuz… Her şey olabilir; fakat gözle görülen şudur ki, 60 yıllık pratik bize ihtiyari tutukluluğu beceremediğinizi gösteriyor. Zorunlu tutukluluğa geçilsin, yani eğer bu ülkede zorunlu tutukluluk olsaydı, o da 5 yıl olsaydı, ben çoktan tahliye olmuştum. Bu ülkede zorunlu tutukluluk olsaydı ve tutuklanır tutuklanmaz üç yıl tutuklu kalacaksın deselerdi, ben çoktan tahliye olmuştum, dört yıldır dışarıdaydım. Yani ihtiyari tutukluluk güya daha ileri bir düzenleme fakat bunu yapamadığınız anlaşılıyor. Önermek lazım ‘zorunlu tutukluluğa geçilsin, yargıçlara bu işi bırakmayın’ diye. Bakmayın öfkelendiğim için böyle söylüyorum ama başka şöyle iyi yönleri de var: Ben tutuk meselesi konusunda üzerinizde bulunan -bu davayla ilgili değil, genel olarak- baskıyı algılayabiliyorum. Yani şimdi sosyal medya yargılaması diye bir şey var, bırakırsın sosyal medya ayağa kalkar, tutuklarsın sosyal medya ayağa kalkar… Yargıcın rahat hareket edebilmesine izin verecek bir iş değil ihtiyari tutukluluk, en azından sizin işiniz değil yani baskısı var, sosyal medyası var, toplumu var… Türk yargıcının bunun psikolojik bütünlüğünü kaldıramadığını 60 yıldır tespit etmiş durumdayız, zorunlu tutukluluğa geçilsin, ayrıca mesela tutukluluk tali bir mesele olur… Öyle olması gerekiyor, bu kadar önemli bir dosyada niye tutukluluk konuşalım yani? Bu yüzden bugüne kadar ben tutukluluğu bir mesele yapmadım, o kadar ağır sorunlar var ki 15 tane savcılık tanığını görmemiş durumdasınız, ‘Hollanda ve Belçika Belgeleri’nin’ 18. senesinde çuvalını görmüş durumdayız, daha içeriğini bilmiyoruz, açılıp açılmayacağını bilmiyoruz. Dosyayı, iddianameyi hazırlayan kumpasın dosyasını sunduk, 33. Ağır Ceza dosyasını daha çevirip bakmadınız, bir fikrinizi öğrenemedik. Bizim iddianamemizin hazırlanmasından 5 gün önce yapılan kumpasın mahkeme kararını koyduk önünüze, henüz daha bir şey yok.

Tutukluluk nedir, neyi konuşacağız tutuklulukta? O yüzden tutukluluk üzerine konuşmuyordum, bugün müsaade ederseniz sabrınızı dileyip bir parça konuşayım. Zorunlu tutukluluğa geçsek Türkiye’de en fazla Avrupa Konseyi ayıplar -onu da bildiğim kadarıyla önemsemiyorsunuz- yani ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını ciddiye alan var ne Avrupa Konseyi’nin sizi üyelikten çıkarırız demesini ciddiye alan var. Onları politik olarak hükümet halleder, onları tehdit eder, mültecilerle tehdit eder, işte efendim NATO’ya kimin gireceğine oy vermekle tehdit eder… Avrupa Konseyi bizi idare ettirir, hükümetimiz o işleri çözer, bizim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma yükümlülüğümüz yok diye düşünüyorsunuz anladığım kadarıyla. Gördüğüm kadarıyla da doğrudur, yani yanlış da düşünmüyorsunuz öylece idare ettiriyorlar, ettirirler; fakat esas yükten kurtuluş zorunlu tutuklulukta olurdu. Zorunlu tutukluluğa geçelim, en fazla Avrupa Konseyi kınar -ne yapacak zaten yiyecek hali yok bizi- bütün bu belirsiz pratiklerden de kurtulmuş olurduk. 

Sayın Başkan bu 60 yıllık ihtiyari tutuklama döneminde bir tanesi içtihadı birleştirme kararı, iki çok önemli Ceza Genel Kurulu kararı, bir tane çok güçlü bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı -200 tane var ama bir tanesi çok güçlü- bolca Yargıtay kararı var elimizde, neye haksız tutuklama deneceğine ilişkin. Muhteşem bir içtihada sahibiz, içlerinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararı da dahil olmak üzere, -size bunları anlatmayacağım, çok sıkıcı, yani bizim mesleğimizle ilgili ama bu 25 karardan söz etsem sıkılırsınız, bitiremeyiz yargılamayı, merak ediyorsanız bakarsınız- şöyle söyleyeyim kek kalıbı gibi oturur bu davanın üzerine. Bizim tutukluluğumuzun üzerine kek kalıbı gibi oturacak tarif istiyorsanız Yargıtay’ın tutuklama konusundaki içtihadı birleştirme kararına bir bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Sodal kararına bir bakın. Buna baktığınızda şunu göreceksiniz ki; “Aa biz bu insanları haksız yere tutukluyormuşuz, kek kalıbı gibi bizim davayı anlatmışlar!” 

Ben anlatmıyorum; merakı, ilgisi olan bakar. Ayrıca ayrık görüşümü de bilin; benim şöyle bir farklı görüşüm var: Vilayet mahkemeleri, ilk derece mahkemeleri, yüksek mahkemeleri fazla da kazımamalıdır, siz gerçek mahkemesiniz, siz tanık dinliyorsunuz, siz sanığı görüyorsunuz, siz sorgu alıyorsunuz. Yüksek mahkemelerin suç politikası belirleme işini -Anayasa Mahkemesi bile olsa- ciddiye almayan mahkemeye saygı duyuyoruz, yapacağımız bir şey yok, öyle umuyoruz ki bizim hakkımızda verilen saçma sapan Yargıtay kararını da ciddiye almazsınız, önünüzdeki dosyaya bakarsınız yani. 

Madem Anayasa Mahkemesi kararını ciddiye alan yok, madem içtihadı birleştirme kararını ciddiye alan yok, bizim hakkımızdaki Yargıtay kararını da çok ciddiye almayacağınızı ummak istiyorum.