Odadaki Fil-3
Sizi yormamak için son bir örnekle bitireyim:
Üniversite öğretim üyesi atamak için genel bir ilana çıkıp, şartlar arasında: “İnsansız Hava Aracı (İHA) Ticari Pilot Sertifikası sahibi olmak; Osmanlı döneminde enflasyon çalışmış olmak; Arap dilinde görececilik uzmanlığı olmak…”(1) gibi vasıflar sayarsanız, etkilenen başvurucu tarafların gücünün ötesinde eylem talep eden kurallar çıkarmış olmaz mısınız?
Bu soru çok “hukuksal” oldu, açıktan sorayım: Aslında işe almaya karar verdiğiniz tek kişinin CV’sinden kopyalanmış bilgiyle genel ilana çıkılmayacağını bilmek, hukuk yapabilmenin asgari şartı değil mi zaten?
Bunları şunun için anlatıyorum; genel olarak ne için hukuk yapamıyorsanız, aynı nedenle “Ceza Adalet Sistemi” de inşa edemiyorsunuz ve işletemiyorsunuz. Bunu beceremeyene, üstüne üstlük bir de politik ceza davasında “hukuk konuşması” yapmak, sadece politik olarak değil teknik açıdan da beyhude görünüyor.
Gönülsüzlüğümü aşıp, artık söyleyeceğimi söyleyeyim.
Bu davanın iddianamesi, 2012/2259 numaralı soruşturmaya dayanıyor. Size, bu soruşturmayı ve iddianameyi kurgulayanların “sahte delil yaratmak” tan hüküm giydiğini söyledik. Cevap olarak -mealen- “başkalarıyla ilgili yaratmış olabilirler, sizinle ilgili de yarattıkları ortaya çıkmadan beni ilgilendirmez” dediniz.
Mealinin yanında aslı da bulunsun: “…Daire başkanı Ramazan Akyürek’in sanık Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşlarının mağdur olduğu, mahkememiz dosyasına konu olan olguların kumpas olduğu iddialarını içerir bir soruşturma-kovuşturmanın mevcut olmadığı, bu haliyle ilgili yazının muteber kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla…”(2)
Bir sonraki celse; size İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan “Selam Tevhid Kumpas Davası” iddianamesini (3) sunduk.
Bu belge, “sahte gizli tanık ve tanık temini” konusunda doğrudan bizim dosyamızdan söz ediyordu.
Bu kadar değil.
İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2017/88 E. Sayılı dosyasında ise, yine açıkça, önünüzdeki davanın tanık ve delillerinin oluşturulması suçlama konusu yapılmıştı.
Tam tarif edelim: 2012 sonbaharındayız.
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nı ele geçirmiş olan Gülen Cemaati mensupları bir komplo hazırlamaya karar veriyor. Yasal olarak telefonlarını dinleyemeyecekleri, fiziksel ve teknik takip yapamayacakları iktidar ortaklarına “adli soruşturma” kılıfına sokulmuş bir saldırı planlamış oldukları anlaşılıyor. İşin içinde, sahte el yazılı ve dijital delil üretmek, ücretli ajan provokatör elemanlarına sahte tanık ve gizli tanık beyanları verdirmek, hatta mümkünse birkaç silahlı eylem ve suikast ayarlamak da var.
Bu gibi işleri, ilgisiz kimselerin uzağında, tesadüfen bile incelenmeyecek belgelerle yürütmenin yolu nedir? Aklın yolu bir: Her hâkimin, dinleme, fiziksel takip, arama, gizli tanık gibi konularda başlığını bile okumadan altını imzalamasına yol açacak refleksi harekete geçirmişler: “Belgenin üstüne DHKP-C yaz, zaten bir daha inceleyen olmayacaktır”
Aslında elde yeterince ajan provokatör, polis, savcı, sulh ceza hakimi ve mahkeme var ancak henüz MİT’de istedikleri ölçüde yerleşemedikleri için gizliliğe dikkat ediyorlar. Bu sorun, 17-25 Aralık 2013 tarihine kadar, kamuya açık hiçbir soruşturma işlemi yapmamak yoluyla çözülecektir. Ancak ikinci bir sorun daha çıkar. İşkence, baskı ve tehdit yoluyla sahte itirafçılar elde etmek istedikleri DHKP-C şüphelileri gözaltına alındıklarında Halkın Hukuk Bürosu’na haber verilmesini istemektedirler. Yahut ellerinde bulunan benzer nitelikte çok sayıda dosya nedeniyle, HHB Avukatlarının kolayca yapbozu birleştirip yapılan kumpası açığa çıkarmaları mümkündür.
O sorunun çözümü de işte önünüzdeki dosyadır. Bir taşla iki kuş. İşin aslı, açığa çıkarmamızdan korktukları şeyin “gizli” bir yanı kalmamıştı. Ceza Adalet Sistemi’ni topyekün “sahte pişman tanık” modasına teslim ettiniz. David Copperfield’in Sulh Yargıcı, eski okul müdürü Mr. Creakle’ın hapishanesini ziyaret sahnesi bo modanın “vintage’ ını anlatır:
“Dışarıda terzi dükkanlarının vitrinlerinde paltolar ve yelekler nasıl genel bir modaya göreyse, burada da pişmanlık konusunda bir moda olduğuna şahit oldum…” (4)
Bir başka önemli ayrıntı, bütün bu işlerden yedi sene önce, bu dosyanın temel delili kabul ettiğiniz “Hollanda-Belçika Belgeleri” adı verilen dijital delil kurgusunu gerçekleştirenlerin de adam adama aynı ekip olması. Size bunu söylediğimizde ise -yine mealen- şöyle bir cevap verdiniz: “Eğer kovuşturmayı bu belgelerin usulüne uygun elde edilip edilmediğine kadar genişletirsem, dava sürüncemede kalır. Onun için bunları muteber kabul edeceğim…” dediniz. Bunun da aslı bulunsun;
“…mahkememizde dijital materyallerin sıhhati hususunda bir tereddüt bulunmadığı, ilgili yazı gereği orijinal olduğunun anlaşıldığı, aksi halde bu tip taleplerin kabulü halinde işin Hollanda ve Belçika ülkelerinde yapılan operasyonların uygunluğunu sorgulamaya kadar gideceği, bu halde de yargılamanın sürüncemede kalacağı…” (5)
Bu tespitler, “hukuki değerlendirme/takdir hakkı” görünümünde esaslı siyasal niyet açıklamalarıdır. Kurt ile Kuzu’nun hikâyesi malum; her talebimize “suyumu bulandırıyorsun” diye cevap verirseniz işin sonunu kestirmek güç değil. Kuzu olmadığımızı bilin, kurt olup olamayacağınıza zamanla karar verelim.
Dosyanın omurgasını oluşturan sahtecilikten konuşmak istemiyorsanız, on yılın sonunda, bu işin “hukuken” kıvırılamayacağına karar verip siyasete dönmüş olursunuz. Devrin başbakanı tarafından, hakkımızda on yıl önce kurulmuş hükmü daha az masraflı ve başarılı bulmamın nedeni de bundan ibaret, durum buysa: Kaynak israfısınız.
Politik yalan işlevseldir çünkü bir muhatap seçer ve onunla mücadele inşa eder,. Yargısal yalan işlevsizdir, zaman ve para kaybına yol açar. Dönüp dolaşıp geldiğiniz yer, on yıl önce söylenmiş politik yalandır. Basiretli başbakanınız, siz hepimize beş yüz bin lira yargılama gideri çıkarmadan önce zaten ucuzundan ve süratlisinden hükmü kurmuştu. Sizin ayrıca söyleme çalıştığınız nedir? “Biz de kendimize göre düzenin hizmetindeyiz” diyebilirsiniz elbette. Ancak daha önce etraflıca açıklamaya çalıştığım gibi, siyasal tahakküme doğrudan hizmet etmeniz beklendiğinde zaten götürüp bakan yardımcısı yaparlar. Yargıç maaşı aldığınız sürece sizden beklenen hukuksal bir tahakküm denemeniz.
Belki tarihsel bir benzerlik zihin açıcı olur. Sulh Ceza Hakimi (J.P. Justice of Peace) sıfatı yönetici yargıçlara verilirdi. İlk kez 1361 yılında borough ve county’lerde huzur, yargılama ve idari işlerden sorumluluğu tarif etmek için kullanılmaya başlanmıştı. Bu işlev karışıklığının Kraliyet ailesinin fazla işine geldiğini hatırlatmak üzere on beşinci yüzyıldan itibaren “Her iş için Tudor’ların Hizmetçi Kızları” diye sarakaya alındıklarını görüyoruz.
Beş yıl içinde Sulh Ceza Hâkimliği’nden bakan yardımcılığına sıçramak mümkündür. Tarihsel örneğin bize acımasızca hatırlattığı üzere mümkün olmayan bu yolla -hâkimlik yapmaksızın- ciddiye alınmaktır.
Dosyanızın delilleri cemaat tarafından kurgulanmıştı ve bu kurguyu sürdürdünüz. “Kurguyu boş verin, gerçeklerden konuşalım” demeyeceğim. Devlet kurmaca inşa etmeden yönetemez.(6) Bunu sadece ceza davasına sahte delil kurgulamak anlamında değil bütün yönetim pratikleri açısından söylüyorum.
Yapmanıza izin vermeyeceğimiz için denememeniz gereken; bizim ve meslektaşlarımızın yaşamları ve mesleği hakkında kurguladığınızı bize kabul ettirmeye, onaylatmaya çalışmaktır. “Normal” in kendi varlığınız ve bize yapıp ettikleriniz olduğunu; yoksulluğu, baskıyı, üstüne hakarete maruz kalıp hapse kapatılmayı kabullenmemenin bizim “anormalliğimiz” olduğunu iddia ediyorsunuz. Sizin çıkarınızın “hukuk”, bizim çıkarımızın “suç” sayılmasını ciddiye almayacağız. Bu bizim yaşamımızı boyayıp bize geri satmaya çalışmaktır.
Kabul etmeyeceğiz çünkü mesleğimizi kendi işinize gelen rengin ışığıyla bize anlatırken kabul ettirmek istediğiniz bakış açısı hastalıklıdır ve bu bizim değil sizin hastalığınız. Bizi tacizcinin gerçeğini kabullenmeye zorluyorsunuz; bizzat yaşadığımız olayları, gerçekleştirdiğimiz eylemleri nasıl hatırladığımızı, algıladığımızı yahut değerlendirdiğimizi şüpheli hale getirmeye çalışıyorsunuz.
Ernest Cassier, savaş sonundaki yazılarında “hakikat iktidarda yatar “ fikrinin Hegel’e kadar geri gittiğini ve bu fikrin faşizmin en acımasız ve berrak programını ortaya koyduğunu söyleyecekti.(7) Bunu asla kabul etmeyeceğiz.
Ingrid Bergman ve Charles Bayor’un başrolleri paylaştığı, George Cukor’un 1944 yapımı “Gaslighting” filimi bu işi anlatır. Film, bir tiyatro oyunundan aldığı adını politik bir terime verecek kadar etkilidir. (8)
Cemaat ve devlet ile hastalıklı ilişkinizi gaslihting yoluyla bize yansıtmanıza izin vermeyeceğiz. Madem böyle; neden kurgudan değil gerçeklerden konuşalım demiyorum veya gerçekleri açıkça ortaya koymamızın aramızdaki sorunu çözeceği kanaatinde değilim?
Bizi etiketleyerek, sahte delil kurgulayarak, sahte tanık yaratarak hatta bir dava açıp tutuklu tutarak yarattığınız imge basitçe ortadan kaldırılamaz. İnsanlar bunun “hukuk” olduğunu düşünerek, hukukun yaşamları için vazgeçilmez olduğuna inanmak üzere koşullanırlar. Hukuksuz şiddetin korkutuculuğu karşısında, hukuk kitlesel temelini pozitif bir imge olarak kurar. Bu türden bir imge, gerçeğin ortaya çıkarılmasıyla değil, ancak daha güçlü bir imgenin gelip, mevcudun yerine yerleşmesiyle tasfiye edilebilir.
Bir kez daha Spinoza: “Yanlış fikirde pozitif olanı, gerçek, gerçek olduğu için yok edemez. (…) gerçek bilginin yanlışı silmesi, sadece gelip daha güçlü bir imge olarak yerleşmesi ile mümkün olur.” (9)
Bu dava boyunca, yüzlerce avukatın çabası bu imgenin inşası olmuştur. Başarımızı hükmünüze göre değil, çabamızın halkın imgeleminde bulacağı karşılıkla ölçeriz.
- “2022 yılı günlük gazete haberlerinden
- İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi, 01.02.2022 tarihli duruşma tutanağı
- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Sor. No: 2014/41637, Es. No: 2015/39902, İd. No: 2015/3278
- Charles Dickens, “DAVİD COPPERFİELD”, çev. Meram Arvas,İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım 2019, s.1068
- İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi, 01.02.2022 tarihli duruşma tutanağı
- Ricardo Piglia, “KURMACA VE ELEŞTİRİ”, çev. Murat Tanakol,Deli Dolu Yayınları, 1. Baskı 2021, s.137
- Finchhelstein, s.39
- John Keane, “YENİ DESPOTİZM”, çev. İsmail Ferhat Çekem, İletişim Yayınları, 1. Baskı 2021, s.149
- Spinoza, s.319