Savunma

YARGIÇLAR ve BİZ: ZOR ve RIZA

[İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 24-25-26 Aralık 2013 tarihlerinde okunmuştur.]

Bizden saygı, uyum ve yargılama için işbirliği isterken, aslında alışkanlıkla yönetenlerin yönetme yetkilerine kendiliğinden gösterilen rızayı bekliyorsunuz.

Gerçekten de yurttaşlar, günlük faaliyetleri içinde, bilerek ya da bilmeyerek hukuksal düzene uygun davranıp; güvenseler de güvenmeseler de uyuşmazlıkların çözümünde devletin hukuksal mekanizmalarına başvurarak rızalarını gösterirler.

Ancak zor aygıtı ile spontane rızanın elde edilmesi arasın- da ilginç ve ince bir çizgi vardır. Pekiyi Devlet neyi zorla neyi rızayla halledeceğini bilir mi? Korgeneral Vehbi Elgin, 6. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanı imzasıyla; “Adana ve Hatay illerinin turistik bölge olması dolayısıyla, bu bölgeye gelecek olan turistlere her türlü kolaylığın gösterilmesini sayın vatandaşlarımdan rica ederim.” (1) diyen 5 No’lu Sıkıyönetim Bildirisi’ndeki gibi her zaman değil!

Mesele sıkıyönetim yasasıyla da ‘Turizmi Teşvik’ kararnamesiyle de aynı işin görülebileceğini unutmamak. İster tatlı dille, ister aba altından sopa göstererek tarif edin ve isterse de sopayı çıkartıp vurarak: Sizin çıkarlarınızın ‘hak’ bizim çıkarlarımızın ‘suç’ olarak tarif edildiği bir mistifikasyon içinde yaşamayı asla kabul etmeyeceğimizi bilin. Hukuktan kastınız buysa, Sokratik türden bir zehir içmemiş hiç kimse, kafasını bu tek taraflı bıçağa uzatmaz, uzatmamalıdır.

‘ÜÇÜNCÜ ERK’ TEZİ: BİZİMLE ASLINDA YÜRÜTME UĞRAŞIYOR, SİZ İKİ TARAFI DA DİNLEYİP HAKEMLİK YAPACAKSINIZ!

Meselenin bir diğer yönü, burada bulunmayı bizim açımızdan ‘Hak’ olarak tanımlama ihtimaliniz! Kendinizi bize bunları yapanlardan ayırır ve “Biz üçüncü erkiz, hakkınızdaki iddia ve başınıza gelenlerle ile ilgili olarak bizimle konuşun, bu- nun bir zorlama değil hak olduğunu düşünün, yargıç karşısına çıkarılma ve bir yargıç tarafından dinlenilme hakkınızı kullanın…” diyebilirsiniz. İşte bu kulağa hoş geliyor.

Genellikle ‘modern’ demokrasinin temeli sayılan belge de tam bu konu ile ilgilidir: 1679 tarihli Habeas Corpus! Hatta ana fikir ta 1215’te Kral Yurtsuz John’a söyletilmiş şu söze kadar izlenebilir. “…nec süper eum ibimis, nec süper eum mittimusi: Dokunmayacağız ve dokundurmayacağız!”(2)

Yani, “özgür insanlara, ülkenin yasalarına göre yargılanıp mahkûm edilmesi haricinde, dokunmayacağız ve dokundurmayacağız.”

Bize oldukça sert bir biçimde dokunulduğuna göre, 1679 fermanının genelleştirip yasalaştırdığı “…praecipi mustibi quod corpus X, in cutodia vestra detentum…”(3) diye devam eden ünlü ilam formülü, bizi hapishaneden salona ancak bir yılda getirtmeyi becerebilmiş sizi de yakından ilgilendirmektedir. Türkçesi yaklaşık olarak şöyle: “Gözetiminiz altında bulunan X’in, artık adı neyse, tutuklanma ve alıkonulma nedeniyle birlikte bedenini Westminister’da önümüze getirmenizi ve göstermenizi emrediyoruz”

Her ne kadar zor kısmını bizim bedenimizi Çağlayan’a değil, sizin bedeninizi Silivri’ye getirerek çözmüş de olsak, işte vadedip –bizim bir yıl da eklendiğinde– toplam 334 yıl 343 gündür bir türlü doğru düzgün gerçekleştiremediğiniz şey aslında bu kadar yalın.

Sebebi tembelliğiniz yahut beceriksizliğiniz ya da silâhlı adamlara söz geçiremiyor olmanızdan çok bu teminatın, modern demokrasinin başka birçok vaadi gibi, mülk sahipliği bahsi açılmadığı sürece, yalandan ibaret olmasıdır.

“…İnsanın özgürlük hakkı, insanın insanla birleşmesine değil, insanın insandan ayrılmasına dayanır. Bu, bu ayrılığın hakkıdır; kendi içine kapanmış, sınırlanmış bireyin hakkıdır… İnsanın özel mülkiyet hakkı, (…) diğer insanları düşünmeksizin, toplumdan bağımsız olarak, bir kişinin mülkiyetini istediği gibi tasarruf etme ve elden çıkarma hakkıdır, öz çıkar hakkıdır. Bu bireysel özgürlük ve onun uygulaması, sivil toplumun temelini oluşturur. Her insanın, diğer insanlarda kendi özgürlüğünün gerçekleşmesini değil, onun engelini görmesini sağlar.”(4)

Mülk sahipliğinin edinilmesi, miras ve evlenme yoluyla korunması veya ona karşı fillerin cezalandırılmasıyla ilgisi yoksa vergi veya angaryaya bağlı değilse, hiçbir özgürlüğün sizin için anlam ifade etmediğini artık fark etmek zorundayız. Bu ‘mülk sahiplerinin’ dünyasıdır. Ve herkese pek üzücü gibi görünse de Yargıç mülk sahipleriyle vergi mültezimlerinin adamıdır.

İşte size Habeas Corpus’la yaşıt bir resmi yazışma: ‘İstanbul ve Galata ve Üsküdar ve Hâslar ve Kocaeli ve Marmara ve Kapudağı kazalarında sâkin ve mütemekkin’ olanları ilgilendirmekle hem sizi hem de bizi yetki alanına almış bir mahkemeden; hicri 1108 (1697) tarihli.(5)

Kararı okurken bir yandan, özellikle konu vergi olunca gösterilen gayreti ve diğer yandan da bizzat kararda ‘kâfir ve yabancı’ olarak değerleri azaltılmış olmasına rağmen; insan- ların bahçelerine ve evlerine tebligat için bile girmelerine izin verilmemiş mültezimlerin sıkıntısını hissedin.

“… ehli zimmet kefere ve Yahudi ve Acem tâ’ifesinin üzerleri- ne edası lâzım gelen cizyeleri beynlerinde nicesi bu anâ değin eda eyleyüp hanelerinde ve menzillerinde ihtifâ ve gaybetidüp, cizyelerini vermemek içün bey’üşirâya avretlerin taşra çıkarup, evlerine girilmeye tarafı şer’den ruhsat virilmeyüp…”

Kısaca şöyle;

İstanbul ve ilçeleri ile Kocaeli’nin cizye vergilerini toplamakla görevli olan el hac Yusuf, kimi kişilerin vergilerini ödememek için evlerinde saklandıklarını ve çarşıya eşlerini gönderdiklerini bu nedenle de 1695 ve 1696 yıllarına ait cizyelerin tamamının toplanamadığını bildirmiştir.

Vergisini ödeyemeyenlerin evlerine mahkeme tarafından izin verilmediği için soruşturma amacı ile girilememektedir. Cizye evrakının tebliği ve kişilerin aranarak bulunabilmesi için ev, bağ, bahçe, çiftlik vb. yerlerde araştırma izni istiyor.

Sabahın köründe, yürürlükteki hukuka göre açıkça yasak olmasına rağmen, büro ve konutlarımızın, yanlarında savcı bulunmayan özel harekât timleri tarafından basılmasından hiç rahatsızlık duymayan sizlere bunları anlatmaya değip değmeyeceği tartışılır. Ama yine de tarih hakkında konuşmaktan vazgeçmemeliyiz. Tarih ve hukuk, konuşmanın başından bu yana ilgilendiğimiz adalet ve bellek (hafıza–hatıra) üzerinden güçlü bir ilişki kurarlar.

Bakın Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı’nın düzenlediği ‘Uluslararası Yargı Reformu Sempozyumu’nda ne demiş:

“Yargı, yaşanmış gerçeklere ulaşma sanatıdır.”

Tarih tanımına ne kadar benziyor değil mi?

‘Yargı bu gerçeklere ulaşmakla hak ve özgürlükleri ihlal

edilmiş olanların haklarını zamanında ve âdilce teslim edecek’. Eh bir adalet perspektifi de sunmuş. Sorun büyük ihtimalle ‘gerçek’ konusundaki anlaşmazlığımız.

Geçtiğimiz yüzyılın zorbalıkları konuşulurken yapılmış bir iş, adı nedeniyle, bu benzerliğe ilişkin önemli hatırlatmalar barındırıyor: Tarihsel Bellek Yasası! (Ley de Memoria Historica) İspanyol Meclisleri Aralık 2007’de Frankocu Diktatörlük döneminde işlenen suçların kurbanlarının tanınması ve bunlara –en azından sembolik– bir tazminat ödenmesini öngören bir yasa kabul etti. Ne çarpıcı bir isim tamlaması! Tarih–Bellek ve yasa…

‘Tarihin kaydedilmesi’ anlamında tarih, Carlo Ginzburg’un bize hatırlattığı gibi, doğumu hukuka çok şey borçlu bir zanaattır. Hakikat, deliller gösterilerek ve bir dinleyici kitlesini (jüriyi) aydınlatılmış gerçeklere dayanarak bir sanığın mahkûmiyetine ya da suçluluğuna ikna etmeyi amaçlayan bir savunma retoriği sergileyerek, mahkeme salonlarında belirlenir. Dolayısıyla, adaletin dağıtılması, tarihsel öykünün inşası için bir model oluşturmuştur.(6)

Tarihçinin sorunu politikacının sorunu ile aynıdır.

Tarihyazımcının kiminle empati kurduğu sorulursa, sorunun yanıtı kaçınılmaz olarak şudur: “Galip gelenle…” Bunu zaten, sizin ve bizim kortejlerimizi tarif ederken en başında konuşmuştuk. Orada da söylendiği gibi “…tarihsel maddeciliğe inanan kişiye bu kadarını söylemek yeter…”

Sizin için ise, hiç değilse emeklilikte hobi olarak hukuk üzerine eğilmeye heveslenirseniz yol gösterici olur diye yazmış olalım. Belki hukuk biraz yorucu bir uğraş olduğundan, gençlikteki gibi emeklilikte de ‘şişe içerisinde gemi yapmak’ istersiniz, olsun, emeklilik için hepsi güzel.

 

(1) Üskül, Z., 12 Mart Dönemi Adana ve Hatay İlleri Sıkıyönetimi ve Bildi- rileri, Hukuk ve Adalet, Cilt 5, s. 13, 2013, s.3 vd.

(2)Magna Carta Libertatum.

(3)Yargıç tarafından yayımlanan; tutuklamanın yasal olması için, kişinin belirlenen zamanda, belirlenen yere getirilmesini gösteren ilam.

(4)Marx, Karl; Yahudi Sorunu Üzerine.

(5) Kuran, a.g.e., 4. cilt, s.684

(6) Traverso, Enzo, Savaş Alanı Olarak Tarih, ‘20. yy’ın Zorbalıklarını Yo- rumlamak’, Çev.: Osman S. Binatlı, Ayrıntı Yayınları, 2013.