Denemeler

Tahir… (*)

“…Şimdi sen öldün ya
Sanki eskimiş gibi her şey
Her şey yarı yarıya
Kuşkuyla bakıyor herkes
Çevresindeki eşyaya
Görünmeyen bir yan arıyor…”(1)

Sıra dışı bir şeye, yere, bir söze ilk defa dikkatinizi çeken insan ölünce; anlamın, manzaranın hatta eşyanın eksildiği doğru. Bende öyle oluyor en azından. Medresâ Sôr’un eyvanında, sırtını yaşlı kesme taşlara vererek dikilmek bir daha kısmet olur mu bilmiyorum ama Mem û Zin’i elime her aldığımda, okuduğum şeyleri anlamlandırabilmek için gözüm Tahir’i arar gibime geliyor. Neden? İşte onu anlatacağım.

Avukatların çok arkadaşı, az dostu olur. Orta ölçekli fabrikaları aratmayan “Adalet Sarayı” koridorlarında sabahtan akşama kadar selamlaşır, ayaküstü kahve sigara içer, hafif dedikodu yapar; kapı önünde bekleriz, arkadaşlık oradan. Üzerlerinde bir örnek işçi tulumlarıyla yetişkin sanayi işçisi hayatıdır bir tür. Kırmızı yakalı işçi. İşyeriyle kalmaz; yakın binalarda büro açar, aynı lokantalarda yemek yer, benzer mahallelerde otururuz. Veya otururduk; şimdi işler biraz değişmiş galiba. Ben de yaşlanıyor olabilirim. Diyeceğim, yetişkinlikte dost edinmek zordur. Vakit yetmez. İlişkiler derinleşmez, hayatlar kendi üstüne katlanır, belki ihtiyaç da azalıyordur yaşlandıkça. İnsanlar ilk gençliğinden taşıdığı üç beş dostla ömrünü tamamlar genellikle.

Bende öyle olmadı. 

Bazılarını ben geçen zamana, araya giren mesafeye kaptırmış; bazılarını ölüm elimden almış da olsa hâlâ yetişkinlikte edindiğim azımsanmayacak sayıda dostum var.

Tahir dostumdu.

Şimdi yokluğunda “Tahir” diyebildiğime bakmayın, yalnızken bile Tahir Bey derdim. En yakın olduğunuz, birlikte kahkaha attığınız, polis tarafından tartaklandığınız, hatta ağladığınız zamanlarda bile aşınmayan bir mesafeyi korurdu. Kelimeleri seçmesini, jestlerine hâkim olmasını sağlayan; size kendinizi ağyar hissettirmek için değil, kendi ayarını hiç bozmadığını bilmek için gereken türden bir mesafe. Ağyar; el, yabancı demek. Tahir kimseyi yabancılamazdı. 

Türkçe, Kürtçe veya çok lazımsa İngilizce konuşurken, aksanı ortadan kaldıran, köşeli, temiz, ilk heceye hafif yüklenerek vurguladığı, arası boşluklu unutulmaz bir konuşma tarzı vardı. Eli, başı ve gözleriyle konuşmasını desteklediği net jestleri, benim açımdan sadece zarafetini değil mesafesini de hatırlatır. Birbirimize çok nadir “sen” derdik, “siz” onun doğal hitabı sayılırdı. 

Kürt avukatların -diyelim Diyarbakır Barosu’ndan konuşuyoruz- birbirlerine benzedikleri ile ilgili bir yanılsaması olabilecekler için -ki zaten hiç benzemezler- açık söylemem gerekirse, Tahir benim tanıdığım hiç kimseye benzemezdi. Herhalde Türk avukatlar da -ez Tîrkim- Kürtler’in gözüne birbirine benzer görünüyorlardır. Ben yine de müvekkillerimin ve meslektaşlarımın beni “ben olarak” hatırlamalarını umduğumu fark ediyorum. Şunu konuşup kahkaha attığımız günü hatırlıyorum: “İngilizlerin ve Türklerin işi zor çünkü Kürtler ve İrlandalıların ortak bir yönü var: Ulusal/siyasal mücadelelerine ilgi duymayanları ırkçı buldukları için, ilgi duyanları ise romantik buldukları için ciddiye almazlar…” Aynı gün başka bir Eagleton alıntısı üzerine konuştuğumuzu hatırladığıma göre belki bu da Terry Eagleton’dan, hatırlamıyorum; bunu değil ama diğerini anlatacağım.

Eh, her millet için yapılabilecek genellemeler vardır ve genellikle yanlıştır. Demek istediğim, Kürtler ulusal/siyasal bir bütün olarak düşünüldüğünde kendi aralarında önemli kavrayış farkları vardır ve Tahir o anlamda da sıra dışıydı. Olup biten üzerine sohbet etmeyi severdik. Yıllar önce sevgili İsmail Beşikçi dikkatimi çektiği için unutamadığım bir metnin Türkçesini ona hatırlattığımda; o da devamını -ezberden- Kürtçe bir dizeyle tamamlamıştı. Ehmede Xani’den konuşuyorduk. Benim ona mealen hatırlattığım metin -sonradan Mem û Zin’in 46 beyitlik V. bölümünün başında bir ithaf gibi asılı durduğunu öğrenecektim- cesur ve gayretli Kürt topluluklarını övmek ama bunca cömertliklerine ve milli onurlarına rağmen bahtsızlıklarından ve kötü talihten kurtulamayışlarına işaret etmek için yazılmış. Beşikçi Hoca, bunun Mem û Zin içerisindeki en önemli politik tespitlerden birinin yolunu açtığını söylemişti. Benimkinin aslı şöyleymiş;

“İş’ara medîheta tewaîfê di Kurdan e

Bi şeca’et û xîrate

Îzhara bedbextî û bêtali’iya wan e

Digel hinde semahet û hemiyettê”(2)

Tahir’in, tam o sırada üzerinde konuştuğumuz politik ihtilafı da tarif ettiği için gülerek ezberden söylediği beyitse şöyle:

“Lew pêkve hemîşe bêtifaq in

Daîm bi temerrud û şiqaq in”

Sonraları Diyarbakır’da, Cizre’de, Van’da, Hakkâri’de, Paris’te aralarındaki tavizsiz farkları, tevilsiz ısrarları kavrayıp birbirlerinden şikayetlerini dinlerken, Kürtleri birkaç kere daha sevgiyle düşünmeme yol açan Türkçesi de şöyle: “Bunun için hiçbir zaman ittifak etmezler, 

sürekli birbirlerine diklenip isyan ederler.” Hapishanede olmanın iyi tarafı, bir yandan geçmiş güzel günleri ve insanları düşünürken diğer yandan bir kere daha Mem û Zin okuyacak vakti bulabilmek. 

Sizi yanıltmayayım; biz ideolojik yahut politik açıdan yakın değildik. Adalet istiyorduk ve hâlâ istiyoruz. Her ikimiz de insana iflah olmaz bir merakla bakıyorduk ve insanı seviyorduk. Birbirini çok sık görmeyen insanların dost kalabilmesi için yeterli bunlar. Katledilmeden bir gün önce uzun bir telefon görüşmesi yapmıştık. Sevgili Behiç onun yanındaydı ve ben de Adalet Okulu dersleri için Bursa’ya doğru yoldaydım. Elinde o sıralar yeni basılmış “Savunmalar” vardı ve 2014’de salonda dinlemiş olmaktan kaynaklı bir ısrarla “Tamam yazılı da iyi ama gelip sözlü de anlatman lazım gençlere” demişti. Benim aklımda onun soruşturmasıyla ilgili sorular vardı, sordum anlattı. 

Biz sadece birlikte avukatlık yapmadık, birbirimizin avukatlığını yaptık. İşte ben ne kadar yaşlanmış olursam olayım yarın da değişmeyecek olan bir mücadele klasiği; hâlâ onlarca dostumla sırayla birbirimizin avukatlığını yapma fırsatı buluyoruz. Neredeyse beş yıldır ben biraz kârdayım.

Avukatlarınızdan birisi Tahir’se, tutuklu veya tutuksuz her duruşmanıza en az bir avukat katılacağından emin olabilirdiniz. Amansızca yoğun ama düzenli bir programa ve iyi tutulan bir duruşma defterine sahipti. Kürt illerinin unutulmuş, tozlu katliam dosyalarını -bazılarını artık tek başına- titizlikle takip eder, arşivlerdi. Alandaki en önemli ve bazıları ilk yargı içtihadının ve AİHM kararlarının kaynağı ve bizzat mimarıydı.

Birlikteyken güzel ve ısrarlı dövüşürdük ancak işimiz sadece mahkemelerden, dilekçelerden, duruşmalardan ibaret değildi. Her şeyden konuşurduk. O benim fazla keskin bulduğu sosyalistliğime; ben onun fazla derin bulduğum etnik hassasiyetlerine takılmak için hiçbir fırsatı kaçırmadık ve bu hassas işi yapabilmek için edebiyat dışında tek bir araç kullanmadık. 

İşte şimdi bir “Azizler ve Âlimler” alıntısında anlaştığımız günden söz edebilirim: “Milliyetçilik sınıfa benzer. Ondan kurtulmak için önce ona sahip olmak zorundayız. Kendi başına bir amaç değil…” (3)

Şimdi yıllar sonra aynı kitaptan (yine roman kahramanlarına dönüşmüş Connolly’nin Bahtin’e söylediği) bir başka cümleyi eklemek gerekebilir:

“Eğer başarıya ulaşacaksak, birilerini vurarak değil vurularak ulaşacağız. Egemen sınıf ancak zaferin dilinden anlar, yenilginin gücünü küçümser…

Onu katlettiler, ben beş yıldır hapisteyim ama küçümseme hatasına düşecek egemenlere zaman öğretecektir ki yenilmedik. Eğer materyalizmim tek bir mistik zaafa izin verseydi, ölülerin bizi seyrettiğine ve zaferi göreceklerine inanmayı seçerdim. Fazla belli etmek istemiyor olmakla birlikte hâlihazırda bizi duyduklarına zaten inanıyor da olabilirim.

“Açık duruyor dünyanın

İki kapısı:

Senin tarafından açılmış,

Alaca gecede.

Çarptıklarını, sürekli çarptıklarını

Duyuyoruz ve sana taşıdıklarını

Sonrasız belirsizlikleri

Ve yeşili sana, sonsuza kadar.”(4)

Tahir için yazmak zor, belki onun tercih ettiği gibi uzun ve sözlü bir anlatı gerekir. Borcum olsun. Beni Mehmed Uzun’la tanıştırmasını, kadim bir Süryani Manastırı’ndan bozma otelin damından Midyat’ı seyredişimizi, Cizri Botan rehberliğini, duruşmaları, davaları, yarım kalanları, elimizden alınanları anlatayım.

Onun seveceği gibi bitireyim şimdilik:

“Ey tameê sertraşê bedreng!

Bes nameê xwesqumaşê vweşreng!”(5)

Biz kazanacağız.

 

* Diyarbakır Barosu Bülteni, Bahar Dönemi, 2022 sayısında yayımlanmıştır. 

Kaynakça

  • MİSİLLEME, Süveyda içinde, “Bir Acıya Kiracı” kitabından (Cemal Süreya için); Metin Altıok, 1. Baskı, Kırmızı Kedi, 2020
  • MEM Û ZÎN, Ehmedê Xanî, Çev: Kadri Yıldırım, 1. Baskı Avesta Yayınları, 2010
  • AZİZLER VE ÂLİMLER, Terry Eagleton, Çev: Osman Akınhay, Baskı, Sel Yayınları, 2019
  • FRANÇOİS İÇİN MEZAR TAŞI, Eşikten Eşiğe kitabından, Paul Celan, “Ellerin Zamanlarca Dolu” içinde, Çev. ve Derleme
  • Ahmet Cemal, 1. Baskı, İş Bankası Kültür, 2015
  • “Ey ucu yontulmuş kalem, ey rengi çirkin!Hoş rengi kumaş gibi kitabı yeter kirlettin!”; Son Beyit. MEM Û ZİN, Ehmede Xani, Çev: Kadri Yıldırım, 1. Baskı Avesta Yayınları, 2010