Denemeler

Çiçek Açlığı Grevi (1)

Halk bu aralar durgun bir denize benziyor.

İçine döktüğünüz çöpleri mecalsizce yüzdüren, tuzlu, ılık bir insan denizine.

Televizyonlardan evlenme programları ve mafya dizileri; mahalleden kadın ve çocuk istismarı; haber bülteninden, okuldan, camiden, din için ölmek, millet için öldürmek boca edilmiş durumda tepesinden. Bu niyetlerle yapıldığında yalan söylemenin, çalmanın, yandaşları kayırmanın ayıp olmadığına alıştırmaya çalışıyorsunuz. Yukarıdakiler iktidarla, en alttakiler ucuz uyuşturucu ile oyalanıp avunuyor. Ortadakilerin elinde cep telefonu, sosyal medyada kendilerini seyredip bekliyorlar sadece.

Bütün bu pisliğin kalıcı zararını yıllar sonra daha iyi ölçeriz ama halk şimdilik işsizlik ve yoksulluk gibi ahlaksızlık karşısında da tepkisini kaybetmiş görünüyor.

Siz yine de işi sağlama almayı öğrenmişsiniz: En geç yılda bir kere bu sığ çöplüğün ortasına şamandıra gibi seçim sandığını dikiyorsunuz. Neyin seçildiği, niye seçildiği önemli değil. Oy atılsın, gazı çıksın, şişkinliği azalsın. Yirmi yıldır seçim ile hiçbir şeyin değişmediğinin siz farkındasınız, ama onun hafızası zayıf, ilgisi dağınık. Eskiden sokakta toplananlara: “Demokrasilerde seçim dışında siyaset olmaz, sandığa gelin” denirdi. Artık: “Seçim siyasal faaliyet değildir” diyebilecek kadar açık sözlü oldunuz, doğrusu da bu tabii.

Halkı sevmiyorsunuz. Bu, bütün zaaflarının farkında olmadığınız anlamına gelmiyor. Elbette kendinize yetecek, oyunu alacak kadar tanıyorsunuz; siz de bu insan denizinden çıktınız. Ama çok uzun zamandır kıyıdasınız. İş bulamamak, bulduysa her an atılma korkusu ile yaşamak, çalışırken sakatlanıp ölme kaygısı, karnını doyuramamak, yarına güvenememek, ağız dolusu gülememek, sizin artık unuttuğunuz dertler. Halkın bütün beklentilerini, üstüne sahil yolu dolgusu yapar gibi gömmüşsünüz.  Çıkacak bir ses, itiraz vardıysa da çöp içindeki sığ suda boğulmuş gibi görünüyor.

Seçim dediğiniz zaten, trolle balık avlamak gibi. Seçim sabahı çekilecek ağı akşamdan sermişsiniz: “Bizden başka alternatif yok, Osmanlı torunuyuz, bunlar gelirse camiyi ahır yapar, milli uçak yapacağız, fukara fonundan para alın, bize oy vermezseniz ülkeyi bölecekler, borcunuzun faizini, cezasını sildik, köprü yaptık, kömür dağıtacağız…” üzerine attığınız ağ çekildiğinde sayı tutmazsa nasıl olsa sayan da sizden, üç beş puan ekliyorsunuz, hala oltaya gelmeyen varsa dinamitle avlıyorsunuz. İnsanlarımız ölüyor, hapishaneler dolu, yetmezse iç savaş, sınır ötesi harekât kapıda. Her şey “memleketin bekası için”. Memleket dediğiniz kendi çalıp çırpma düzeninizden ibaret.

Sorulursa “Biz milletin iradesiyiz” diyorsunuz.

Halk, bu aralar durgun bir denize benziyor. İradesini falan temsil ettiğiniz yok, aslında sahilden gizlice inşaat kumu çekmek, denize sıfır kaçak yalı yapmak, ara sıra da “seçim yapıyoruz” diye kirli elinizi, ayağınızı suya sokup yıkamak dışında kıyısına bile uğradığınız yok halkın.

Biz halkın avukatıyız. Yıllardır içinde kulaç atıyoruz. Halkı seviyoruz, ona güveniyoruz. En durgun, mutedil dalgalı gününde bile çırpıntısını hissediyoruz. Kıyıdan görülmeyeni; açıklarda sizin tarafınızdan ütülenmesi unutulmuş ince bir kırışık gibi doğan zayıf dalgaları görüyoruz. Dalganın her adımda beslenip, eninde sonunda toplayacağı muazzam güçle kıyıya yöneleceğini biliyoruz. Çalışıyoruz, sabırlıyız. Dalganın kıyıya vuracağı; dalgayla kıyıya vuracağımız an için hazırlanıyoruz. Yirmi yılın tek bir güne sığacağı an için.

Halktan değil ama bizden korkuyorsunuz. Onun için hapishaneye kapattınız. Böylece bizi sudan çıkardığınızı, suyumuzu kestiğinizi düşünüyorsunuz. Bu kuşatmanın bizi kurutup çatlatmasını istiyorsunuz.

Hapishaneniz Mahmut Derviş’in Gazze’si gibi :

“Bir kutu taş, dirilerle ölülerin kuru kilde kımıldadığı”

Ama biz hala diriyiz. Onun için şimdi sizi hakime, mahkemeye, temyize değil, halka şikayet ediyoruz:

Hakkımızda ileri sürdüğünüz suçlamaları dayandırdığınız dijital belgelerin aslını talep ettik; getiremediniz, çünkü yok.

Devşirdiğiniz yalancı tanıkları sorguladık, yalancılıkları ortaya çıktıkça öfkelendiniz, avukatlarımızı, bizi salondan attınız, susturmaya çalıştınız. Tanıklar, öğrettiğinizi bile tekrar edemedi doğru düzgün.

Bizi tahliye eden hakimleri görevden aldınız. Gözümüzün içine baka baka seyyar mahkeme heyetleri oluşturdunuz, özel görevliler tayin ettiniz.

Henüz hiçbir delilimizi incelemeden, taleplerimizi görmeden, panik içinde dosyayı savcıya gönderdiniz. Yargılama yapmak değil, karar vermek istiyorsunuz.

Bizden korkuyorsunuz. İşte hepsi bu, hepsini halka anlatacağız. Kuşatmanızdan geçmez mi sanıyorsunuz? “Git bildiğin yere şikayet et” mi diyorsunuz? Peki, öyle olacak. Sizi halka şikayet edeceğiz. Bildiğimiz yere.

Doğum yeri olan Celile’ye gömülmesine İsrail devleti tarafından izin verilmediği için Al-Rabweh’te, Yeşil Çimenli Tepe’de yatan Derviş, şiirin devamında şöyle der:

“Kovandaki petekte mahpus kalmış arılar gibi

Ve kuşatma her sıkılaştığında

Çiçek açlığı grevine giderler

Ve denizden göstermesini isterler acil çıkışı”

Biz de denize anlatacağız. “Seni dinlemez, önüne seçim sandığı koydum, onunla oyalanıyor” diye mi düşünüyorsunuz.? Yanılıyorsunuz.  Halkın karnı hiç doğru düzgün doymaz. Bugün bulsa, yarının kaygısı azalmaz. O yüzden açları tanır, onları dinlemeye, sevmeye alışkındır.

Biz de aç anlatacağız öyleyse.

Sesimizi duyacağından hiç şüphemiz yok. Biz onun avukatıyız, onun çocuğuyuz; biz halkız.

Bugün 24 Ocak “Tehlike Altındaki Avukatlarla Dayanışma” günü. Tehlike altında mıyız? Öyle görünüyor. Bakalım bu Çiçek Açlığı Grevi’ne ne diyecek Deniz.

Siz kıyıda bekleyin. Dalga kıranlarınız, hapishane duvarlarınız, dalyan çitleriniz, kıyı dolgularınız sizinle birlikte beklesin. Halk bu aralar durgun bir deniz gibi. Bekleyip bir de dalgayı görelim.  Halkın Adaleti’ni.

Biz Kazanacağız.

Selçuk Kozağaçlı

(1) 24.01.2019 tarihinde Selçuk Kozağaçlı’nın Twitter hesabında yayınlanmıştır.