Suç ve Ceza: Yargıç veya Polis
[İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 24-25-26 Aralık 2013 tarihlerinde okunmuştur.] Selçuk Kozağaçlı
Suçu bulunamamış Ceza ne kötüdür!
Bunca cezayı çektirdikten sonra bizi nasıl beraat ettireceksiniz? Roma Hukuku’nda, “Judex damnatur um nocensa bolvitur: Suçlu beraat ettiğinde yargıç hüküm giyer!” derler. Tabiî burada sanık açısından gerçek eğlenceli soru şudur; yargıç beraat ettirmiş olduğu halde, kim hâlâ ona suçlu demeye devam etmektedir? Yani kişinin suçluluğuna peşinen veya yargıç akladıktan sonra bile ‘ad hoc’ karar verebilen kimdir? Geçmişte sadece adli hatada yargıç sorumluluğuna dikkat çekmek için söylenegeldiği anlaşılan bu klasik deyimin anlamı bugün çok daha derindir.
“Aslında neyin kriminal olup neyin olmadığını belirleyen, dava açılması gereken suçları, yasadışı da olsalar egemen sınıfların gündelik yeniden üretiminin bir parçası olarak varsayılması gereken eylemlerden ayıran, kanun değil polis eylemidir.
Polis, otoritenin olduğu gibi hegemonyanın uygulanmasında da önemli bir rol oynar. Bugün güç mekanizmaları iş sürecinin örgütlenmesini dayatan disiplin üzerinden hareket etmekten çok, tüm bireylerin, egemen sınıf veya tabakadan olsun olmasın, özel hayat da dâhil olmak üzere tüm varlık sürecinin kontrolü üzerinden işliyor…”(1)
Polis bu işi genellikle bizzat; ama başkası adına ve hesabına sistematik olarak görür. Onun gündemi her zaman yargıcın gündeminden daha gerçektir. Aynı yasanın gündemi gibi:
“Yasa, siyasal iktidardakilerin arzularıyla özdeş kılınır. Adliyeye, polisin tavsiyeleri ile çelişik olmaması gerekli, polis gücünün bir dalı olarak bakılır. Polis gücü de özellikle seçkin sınıfın gerçek ya da hayali siyasal ve toplumsal düşmanlarına karşı bekçilik görevini üstlenmektedir”(2)
Bir meslektaşınızın ifadesiyle; “Batıda ‘kanunu polis yapar’ denir. Polis her uyguladığında kanunu yeniden yazar, kanun karşılığını aslında polis üzerinden bulur. (…) Polis hükmü başta verir. Polisin verdiği hüküm yasanın (davanın) nasıl sonuçlanması gerektiğini belli eder…”(3)
Dolayısıyla bu bir ‘uygulama kusuru’ ya da ‘işlev bozukluğu’ değil temel işleyiştir. Kimsenin düzeltmeye niyet etmemesinin, şaşırıp deneyenlerin de asla başaramamasının nedeni budur. Hayır, arada muhakkak bir fark olmalı diyenler için,durum en hafifinden şu şekilde tanımlanabilir; “Asıl vazifesi yasayı korumak olan kolluk kuvvetleri yetki genişlemesi yoluyla, yasa koyma işleviyle de donatılmış olurlar. Yasa koymanın ve yasa korumanın bu şekilde iç içe geçişi hem hukuksal kurumun çürümesine dair bir işaret hem de yasa koyma ile yasa korumanın aslında aynı şeyin iki yüzü olduğuna ilişkin öngörünün doğrulanmasıdır”(4)
“Polis bize karışamaz, biz iktidardan etkilenmeyiz” diyen var mı aranızda?
Denemek ister misiniz? Örneğin bizleri ‘objektif’ kuralın vadettiği gibi salıvermeyi, ‘soyut’ yasada açıkça taahhüt edildiği gibi aklamayı? Önünüzde yığılı kanun kitaplarının emrine uygun yapılmamış işleri tespit edip dosyadan çıkarmayı dener misiniz?
Başbakanınızın, başsavcınızın, emniyet müdürünüzün hakkında televizyon televizyon gezip ‘basın açıklaması’ yaptığı bir dosyada yargıçlık yapabilecek misiniz? İsteseniz bile onların peşinen söylediğinden farklı bir hüküm kurabilecek misiniz? Bütün bu rezilliği planlayanlar hakkında aslında hiçbir gücünüzün ve yetkinizin bulunmadığı gerçeği, yani ‘Hakikat’ karşısındaki çaresizliğiniz, ne korkunç değil mi? Konuyu yeni kapattık tekrar dönmeyelim ama işte trajedi budur ve umutsuzluğunuz nedeniyle de sizin trajedinizdir.
İNFAZ ESTETİĞİ ve YASANIN LANETİ!
İnfazına çoktan başlanmış bir cezanın, davasına henüz başlayabilmiş yargıçlarıyla konuşuyoruz! İçerisinde ‘yargılama yapıyoruz’ dediğiniz şu toplama kampına bir bakın, infazın nasıl sistemin en değerli parçası haline geldiğini göremiyor musunuz? Yargıç karşısına çıkarma süresinin gelip bir yıla dayanması ilginizi çekmiyor mu? Bunun cezayla değil bizzat ‘suçla’ ilgili olduğunu kavramak için, Alice ile Kraliçe’nin Harikalar Diyarı’nda geçen diyaloğunu hatırlayın:
“…Örnekse, Kralın Habercisi. Şimdi Hapishanede, cezalandırılıyor: Ve duruşma önümüzdeki Çarşambaya kadar başlamıyor bile! Elbette en sonda da suç geliyor.’
‘Ya suçu hiç işlemezse?’ dedi Alice.
‘Bu daha iyi olurdu, değil mi?’ dedi Kraliçe.”(5)
Habeas Corpus’un geldiği yer, nihayet tutsağın yargıca götürülmesinden vazgeçilerek, ‘yargıcın bedeninin’ tutsağın önüne çıkarılmak üzere buraya, bu hapishane kampına getiriliyor olması size bir anlam ifade etmiyor mu? Ceza Adalet Sistemi içerisinde infazın özgül ağırlığının diğer tüm parçaların bu kadar önüne geçmesi, bize bir başka ‘çaresiz’ ceza yargıcını hatırlatıyor. Ceza Sömürgesi’nin İnfaz Makinesi’ne âşık subayı ne diyordu; “Esas kaidem şudur: Suçtan şüphe edilemez! Öbür mahkemeler bu esasa uymazlar şüphesiz, çünkü türlü mütalaaların tesiri altındadırlar…”(6)
Öbür mahkemelerin tesiri altında kalmasına hayıflandığı gereksiz ‘mütalaalar’ bizim hukuk hakkında bildiğimiz her şeydir: Delil, savunma, avukat, hatta bizzat yasanın ve yargıç faaliyetinin kendisi. Bu mükemmel hikâyenin esas kişisi olan yargıç/cellat Subay; kovuşturmayı, soruşturmayı ve ithamı infazın içine alarak hatadan arındırmıştır. Bu nedenle infaz hepsine yetecek tamlıkta ve güzellikte yapılmalıdır.
Bir yargılama düzeninin çürüyerek çöküşünü bu kadar güzel anlatan bir öykü az bulunur. Kısacık ama çok değerlidir. Onu okumadan yargıçlık yapmak yükünden ve okumak için arama zahmetinden sizi kurtarmak için eke tam metnini koyduk. Okuyup bir düşünün. Çöküş halindeki cezalandırma düzeninizin ‘infaz’ üzerinden yürüyen estetiğine bizi ikna edebilmek için soyunup, sırtına ‘ADİL OL’ yazılmasını isteyecek kadar yaptığı işe inanan var mı aranızda? Yaşamının son kararında, aslında akıbetine kayıtsız, tuzu kuru bir yolcu olan muhatabına “Bu durumda ben de olsam aynısını yapardım” dedirtecek kadar trajedisinin bilincinde olan yargıç var mı?
Belki de Ceza Sömürgesi’nin Subay’ı, sizinki de dâhil bütün sömürge yargıçlarının günahını üstlenmiş, kefaretini ödemiştir. Pavlus’un söylediği gibi; “…bizim için lanetlenerek bizi yasanın lanetinden kurtardı.”(7)
Yine de Pavlus’un söylediği anlamda yasanın, ‘kurban’ yerine ‘tanıma’ istediğini de aklınızdan çıkarmayın. Aynı, “Çünkü ben kurbandan değil, sadakatten hoşlanırım. Yakmalık sunulardan çok beni tanımanızı isterim.” (8) diyen Musa’nın Tanrısı gibi.
(1) Paye, Jean–Claude, Hukuk Devletinin Sonu, Çev: G. Demet Lüküslü, İmge Yayınevi, 2009, s.216 vd.
(2) Oruka, H. Odera, Yasal Terörizm ve İnsan Hakları, Çev. T.ANĞ, Ank.
1996 TFK.
(3) Ertekin, Orhan Gazi, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Memurlaşmak, Nika
Yayınevi, Mayıs 2013, Ankara s. 48.
(4) Çelebi, Aykut, Şiddetin Eleştirisi Üzerine ‘Şiddete Karşı Siyaset Hakkı’
s.272, dipnot.
(5) Alberto, Manguel, Okumalar Okuması’nda Alice Harikalar Diyarın-
da’dan aktarıyor, Çev: Sevin Okyay, YKY, Kasım 2013.
(6) Kafka, Franz, Ceza Sömürgesi, Varlık Yayınları.
(7) Havariler; 2, Kitab–ı Mukaddes.
(8) Hoşea; 6:6, Kitab–ı Mukaddes.