İnayet

Bölüm 1: Sabah gelen telefon

Uyandım.

Önce beden mi yoksa zihin mi uyanıyor acaba? Rüyasız bir uykuysa zihin galiba. Bazı sabahlar farklıdır. Hayali vücudumuz rüyadaki hareketini aniden sonlandırınca, devam edebilmek için kasılıp kıpırdanan gerçek elimiz veya ayağımız tarafından uyandırılırız. Rüya görmediğimi, dün gecenin sorusunu asılı durduğu yerde bularak uyanmamdan anlıyorum: Kalacak mısın? Karar vermeden uyudum, uyurken de bir karara varamamışım gibi görünüyor. Uykuda karar verilir mi? Olur bende bazen ama sadece evdeyken; evde değilim.

Bir hafta önceden alınmış dönüş bileti çantamda. Hayatın olağan akışını -gidiş ve dönüş mesela- indirimli bilet cinsinden elde tutmayı becerebildiğiniz sürece, hayatınızı etkileyecek kararları erteleme hakkını korursunuz. Yani, senin onu ne zaman aldığını zannettiğin önemli değil demek istiyorum; gerçek karar, dönüş biletinin uçuş kartı bankosu kapandığı anda verilmiş sayılır. Bugün 15.30 diyelim öyleyse.

Xebat’a bugün gideceğimi söyledim. Akşam, sofrada yanıma oturdu. İlginç. Normalde toplantı yoksa -yemeklerde mesela- hep karşıya geçiyor. Genellikle benim karşıma. İyimser bir tip değilsen ara sıra tam karşıma denk geliyor demekle yetinebilirsin tabii. Temkinli iyimserimdir ben.

“Hepimiz daldık içine, kimse bırakıp gidemez bitmeden” dedi. Genelleme yapmaya bayılıyor. Severim ama benimkiler tutmaz çoğu zaman. Belki genelleyecek kadar deneyimim yoktur. Adama sormuşlar: “Genelleme yapmak için kaç örnek olaya ihtiyaç duyuyorsunuz?” diye. “İki bulursanız harika fakat elde bir tane varsa o da yeterli olur” demiş. Kim? Hatırlamıyorum. Güzel demiş. Genelleme merakı, deneyim değil tarz meselesi bence.

“Kendi adına konuş, siz dibini görmüş olabilirsiniz bir yıldır, ben şöyle bir dalıp çıktım, yarın kaçıyorum” dedim. Dalıyor mudur ki bu? Yüzdüğünü bile sanmam.

Mühendisin Kitabı hakkında yorum yapmamasını diliyorum içimden; herkes, bütün akşamı bundan konuşarak geçirdi zaten. Sert sorumluluk tartışmaları ilgimi çekmiyor ayrıca ileri sürülenlerin çoğu peşin hüküm bence. Yemekteki kulak misafirliğime göre hepsi, en azından şöyle bir göz atmış görünüyor kitaba. Mahsus uzak durdum. Toplantıda yapılan yorumları taraflı bulduğumu fazla abartmadan hissettirmiştim, yemekte de kibarca sustum. Onlar kalıyor, devam edecekler, ben dönüyorum neticede. 

“Bizim orada…” diye başladı yine Xebat –arandın sen bunu diyorum içimden- genellikle önce Kürtçesi sonra tercümesi gelir ama bu sefer Türkçe yedik doğrudan: 

“… su başını geçtikten sonra ha bir karış olmuş ha dört parmak derler”. Duraksama niyetine etki arttırıcı bir gülümseme geliyor, sonra devam: “Duyduğum kadarıyla senin de başını geçmiş bugün, zor kaçarsın.” 

Tekliften haberi olmuş, ima edip bıraktı neyse ki; bak dalış takımlarının üzerine güvenlik uyarısı diye yazılsa olurmuş bu. Dört parmağı diyorum.

Güzel gülümsüyor. Sırf bu yüzden atasözlerine sabırla katlanıyor olabilirim. Kürtçesi bekletmeden peşindeymiş tabii. Doğru işittiysem sonu: “… çı bohustek çı çâr tilî” diye söyleniyor olabilir; başını kaçırdım. Nasıl yazıldığını ise Allah bilir?! Yabancı bir dilde duyduğunuz kelimeleri yazma konusunda fazla iddialı olmamalısınız, özellikle söyleyenin adı bile “X”le başlıyorsa. Ayrıca bazı milletlerin her duruma uygun atasözü peydahlayıvermesinden nefret ediyorum galiba. 

Üzerimde küçük çiçekli pembe pijamayla yatakta gözüm kapalı uzanırken nefret abartılı oldu şimdi, sinir oluyorum diyelim. Büyük çiçeklisi de var ama az kalacağım için getirmedim. Seviyorum pembe pijama ben. Mesela Kanadalıların böyle bir alışkanlığı olduğunu hiç sanmıyorum. Pijamayı demiyorum, atasözü. Geceleri çıplak yatmıyor herhalde bu insanlar soğukta. Göreceğiz, gidiyorum önümüzdeki ay, bence aynen dediğim gibi çıkacak. Belki doğululara mahsustur. Xebat olsa: “Kürt diyemediğinden doğulu diyorsun” derdi. Peşinden ışıltılı bir etnik gülümseme. Dedi yani birisine, duydum. Hiç alâkası yok hâlbuki bir siz misiniz kardeşim doğulu? Misal ananem! Boyuna atasözüyle konuşur, gelgelelim bildiğin Gürcü’dür kendisi. Yani öyle ırkla, etnik kökenle bir ilgisi yok, coğrafi bir terim işte. Tamam, belki biraz kültürel. Kabul etmek zorundaysam az gelişmiş anlamında da kullanıyor olabilirim. 

Gözümü açtım.

Zaten gözün kapalıyken uzun süre mantıklı akıl yürütemezsin, deneyebilirsiniz. Al buyur, az gelişmiş dedim. Sorsan bir haftadır kavram perhizindeyim; gözüm açık olsa “geri bıraktırılmış” derdim. Gündelik ufak işler tamam ama öyle iktisat, coğrafya, tarih falan olmaz gözü kapalı. Görme engellileri ayrı tutuyorum, büyük hayranlarıyım. Nasıl becerebildikleri hakkında hiçbir fikrim yok ki gözüm kapalı olsaydı görme engelliyi bile getiremeyip “körler” demiştim kesin. Şart işte perhiz. Ursula’nın çellocu kızı; “Seçme hakkım olursa sağır kalmaktansa körlüğü tercih ederim” demiş. Müzik aşkı farklı demek, ben kesin sağırlığı tercih ederdim. Gülme sesindense gülümseme görüntüsü güzel gibi. Var kendime yetecek sebeplerim. Yalnız, işitme engelli olacak o da sağır değil bir tanem, kıyas yap perhiz yapamadığında.

Henüz şu parmağını oynatmamış hâlime rağmen, eğer akıl yürütmek eylem kabul edilseydi sabah sporunu tamamlamış sayılabilirdim. Sabahları spor yaptığımdan değil, düşünmenin eylem olup olmadığı ilgimi çekiyor. Var yani beyinde bir elektriksel faaliyet. Karar vermek eylem bence mesela. Harekete geçmesen de mutlaka değişiklik yaratır hayatında. Kalıp kalmayacağına karar vermen lazım. Demin göz kapalı dönüş yolundaydım, gözümü açınca sanki belirsizlik var gibi durdu. Kapat yeniden istemiyorsan? Fakat bir kere gözün açılmışsa gördüğüne katlanacaksın cesaretle. Neyse, öğleye kadar vaktim var, erken kahramanlığın lüzumu yok. 

İşin doğrusu, bu kıpırtısız dar açıdan görüş alanımda bulunanlar pek öyle kahramanlık gerektirmeyecek vasatlıkta diyebilirim. Tam düşündüğüm gibi otel odasındayım. Pijamam yok yalnız, onu uydurmuşum. Yani var da karşıdaki sandalyenin arkalığından bana bakıyor. Giymemişim gece. Kapalı gözle sabah akıl yürütmesinin yarısını tutturmuşum kabul ediyorum. Eh, yüzde elli fena bir oran sayılmaz. Tanıdığım çoğu insanın gözü açık ortalaması bundan yüksek değil bence. Mazur görüyorum. Hayat karmaşık. Kimse yeterince vakit ayırmıyor akıl yürütme işine. Ben severim. Okumayı saymazsan insanın tek başına yapabildiği en keyifli iştir. Fukara tesellisi gibi durabilir ama yalnızlığı da severim. Okuyacak vakit mülkiyetidir yalnızlık; ne kadar çoksa o kadar zengin hissettirir. 

Titrer gibi oldum, geçti.

Yaz bitiyor. Üşüdüm mü ben acaba? Pijama giymeyi ihmal etmemeliyim artık. Eminim bununla ilgili birkaç atasözü vardır. Pijamayla değil, gözünü açık tutmakla ilgili yani. Xebat veya ananem odada olmadığına göre, bilmek mümkün değil şimdilik. Ayrıca ananen hadi neyse de elin adamının bu saatte odanda ne işi var senin? Üstünde pijama bile yokken. Hiç kıpırdamadım henüz. Küçükken ananemle yatardım ben hiç kıpırdamadan, olsa şurada hâlâ yatarım. 

Titredim yine, durdu. 

Üşümüyorum, bardak titredi komodinin üstünde. O da üşümüş olamayacağına göre telefon bardağı titretti demektir. Sade düşünmeye çalışırsak, telefon çalıyor. Telefonuna pijama kılıklı kılıf takanları görüyorum; ananem de kristal su bardaklarına dantel kaplar giydirirdi. Ben ikisini de sade severim. Çıplak. Pijamasız. Çalıyor. Uzanıp ekranına baktım: “İNAYET” arıyor. Hem de sabahın bu saatinde! İlginç. Yani mesele saat değil, hangi saatte ararsa arasın, İnayet ben olduğum için kendimi aramam ilginç. Böylece henüz uyumaya devam ettiğimi anlıyorum. Olur bende bazen, evde daha çok. Evde olmadığımı sanıyorum her şeye rağmen. Bu şartlarda daha fazla açık tutmayı verimli bulmadığımdan, telefonu olduğu yerde bırakıp gözlerimi kapadım. 

Şimdi şu deminki akıl yürütme kuramına katkısı olması açısından, açık gözle telefon çalıyor sandığınız şeyi, gözlerinizi kapatınca yeniden bardak titriyor tadında hissedebileceğinizi belirteyim. Demek ki hiçbir aydınlanma, arkasında gözünü açık tutuma iradesi bulunmadan kalıcı değil. Daha doğrusu, telefon titreyerek komodinin yanına kadar sürünüp yatağa düşmeseydi bu akıl yürütme şık durabilirdi diyeyim şimdilik. Rüyada deprem nasıl görülüyordur acaba? Yatak titriyor. Ya da gerçek deprem rüyada nasıl hissediliyor olabilir!?

Açtım gözümü tekrar.

Değil. Ciddiye alınacak bir değişiklik yok. Perde kapalı, az ışık var. Dışarıdan çim sulama fıskiyesi fırıldağının pırpırı duyuluyor. Fırfır da mümkün ses uyumu açısından. Pijamasız ben ve titreyen telefon yataktayız. Deprem falan yok. 

Bu sefer elime alıp dikkatlice bakıyorum: İNAYET. “Aç şunu, dünyadaki tek İnayet sen misin?” diye düşünülebilir. Gerçi adınız İnayet’se ara sıra kendinizi tam da bu soruyu sorarken yakalamanız mümkün; azınlık psikolojisi işte. Bir servis şoförüyle tanışmıştım, İnayet’di adı. Havaalanı servisi. Valizin etiketinde adımı görünce telefon numaramı istedi, vermedim. Kötü niyetle istemedi, evli adam, gümüş alyans. Dünyada en az bir İnayet daha olduğunu eşine dostuna ispatlayabilmek için istedi bence; büyük ihtimalle yani. Vermiş olsaydım tam şu anı daha anlamlı yaşıyor olabilirdim. Adamın numarasını kaydetmişim, arayan şoför İnayet’in eşiymiş mesela, -onun telefonundan arıyormuş- doğru mu diye soracakmış. Neyse. Tanıdığım veya telefonuma kayıtlı başka bir İnayet olmadığı gibi zaten telefon da eli yükseltip adımın altına numaramı ekledi; yanıp sönüyor. 

Rüyalar işte bu yüzden ilgi çekicidir. Uyanıkken absürt sizinle o şekilde ilişki kurmaz, kuramaz. Gidip bulaşırsanız ayrı tabii; ben bulaşmam uyanıkken. Eğer rüyada olduğunuzu basitçe bir akıl yürütmeyle tam tespit etmek üzereyken saçmalık yeni bir hamleyle karşılık vermeye başladıysa işte bu, zaten ve her zaman rüya gördüğünüz anlamına gelir. Uyanmanın en etkili yolu üstüne üstüne gitmektir. İnsanın hemen uyanmak istemeyebileceği hoş saçmalıkların görülebildiğini bildiğimizden, tercihiniz uyanmaksa diye eklenebilir. 

Bir seferinde bana büyük bir ciddiyetle ofsaytın ne demek olduğunu anlatmaya çalışan şapkalı bir kertenkeleye “Ben kahve alacağım, siz de ister misiniz?” diye sormuştum. Muhtemelen kertenkeleler kahve içmediğinden yahut belki onun bütün samimi pozlarına rağmen sizli-bizli konuşmama alındığından da olabilir; suratını öyle bir şekle soktu ki gülmekten uyandım. 

Kadınların karşılıksız aydınlatılması seferberliğinde erkekleri heyecanlandıran favori konu kesinlikle bu. Kısa listemde; debriyaj kavrama noktası, silikon conta ve elbette kadınlar var. Kadınların kadınlar hakkında aydınlatılmasının özellikle lüzumsuz bir hizmet olduğunu söylemeye bile yeltenmiyorum tabii. Ofsaytı diyordum, genellikle nezaketen dinliyormuş gibi yaparım. Kertenkelenin erkek olduğunu nereden biliyorum? Rüyada böyle şeyleri bilirsiniz. Evet, başındaki de erkek şapkasıydı ama artık kadınlar erkek şapkası takabiliyor. Ananesine ait şapka kutularının arasında büyümüş birisi olarak söylersem hoş değil bence ama oluyor; var böyle bir şey. Şapka artık unisex. Örneğin dedemin hayatı boyunca içinde sex geçen ve benim yanımda telaffuz edebildiği tek kelime budur. İlginç. O f İnayet! Ofsayt lütfen! Uyanıkken çok daha kontrollü ve mazbut bir insanım, rüyada hızlı düşünüyor olabilirim. Hepimizin bildiği gibi nezaketen dinlemek en ağır sağırlık türüdür ve neye ofsayt dendiğine ilişkin hâlâ en küçük bir fikir oluşturamadım. Arabam yok. Rakı içmiyorum. Favoriler arasında rakı-buz oranını saymış mıydım? Bu da var saymadıysam. Musluk damlatırsa keten sarıyorum dedemden öğrendiğim gibi. Her neyse. Eğer nezaketen dinleniyorsa çello bile çalınamaz; düzgün çalıyorsan oturur dinler zaten herkes. Kadın büyük yazar olduğuna göre kızı da iyi çalıyordur diye inanıyorum. Batıl inanç gibi durduğunun farkındayım. Önemli değil. Bana çalsa dinlerim oturup. 

Titremeyi sürdürdüğü için son kez telefona baktım. Basbayağı, ısrarla ve resmen  “İNAYET” arıyor. Hadi bakalım o zaman! Bu saatte, yatakta takınabildiğim en “öyle olmaz böyle olur” ses tonumla açtım; “Efendim İnayetçim, ne vardı sabah sabah?”

Kısa bir sessizlikten sonra İnayet;

“Kızım salak mısın sen biraz?” dedi. 

Tipe bak! Sen beni aradın yani sonuç olarak?! Kertenkele olsa biliyorum nasıl hakkından gelineceğini ve gerçekten şu an kahveye ihtiyacım var ama insan rüyada bile kendisine karşı merhametsiz davranmak istemiyor. Ayrıca evet, belki kendi hakkımdaki gizli fikrim bu: Salağım ben biraz. Sırf bilinçaltım şimdi fırsatını bulmuş yüzüme vuruyor diye kendimi kaybedecek falan değilim. Zaten şu anda daha önemli bir konuya takılmış durumdayım: sigarayı derhal azaltmak zorundasın İnayet! Hiç değilse bilinçaltım azaltsın. Sesimin sabahları bu kadar boğuk çıktığını ilk defa fark ediyorum. Tarifi mümkün değil duymanız gerekir ama “Kızım” yerine “Xızım” diye yazılsa olur yani bu söylenişiyle.

Genzimi temizleyip: “Doğru konuş, sensin salak” dedim. Üstüne gidin demiştim. Rüyanın anlayacağı dilden konuşun. 

Cevap yok.

Şimdi, kısa bir değerlendirme daha eklemek gerekirse; eğer insan uykuda bunu kendine reva görüyorsa ispatlanmıştır ki yatmadan biraz hafif yemeli ve kesinlikle pijama giymeliyiz Terletmeyen egzersizin de faydası olabilir, gerçekten üstümde değilse tabii. Pijama diyorum.

“Xebat lo ben deli, telefonları karıştırmışız gece, kahvaltıya inince bul beni değişelim, günaydın” deyip kapattı İnayet. Yani Xebat. Yahut bilinçaltım. Kimse artık sigarayı azaltırsa kendine iyilik etmiş olur. 

“Aha! Ben de şey sandıydım… “ diyebildim galiba, Allah’tan kapatmış. “Ney sandındı?” dese insan zor duruma düşebilir, anlat artık ne anlatacaksan. Yani incilerim dökülmez, anlatmaya erinen tiplerden değilim ama işte sabah sabah… Of. Uyandım şimdi, tamam. İncim falan yok zaten. Pijamasız olduğum da kesinleşti. Çim sulama devam. 

Fakat İnayet lütfen bir yalnız olduğumuzda, şu anda mesela, sabahları neyin sende kafa yaptığını anlatabilir misin acaba?_ Ve burada ne işimizin olduğunu? Ya da bırak şimdi, acil görevler var: Terlikleri bulmak ve pijamasız genç bir kadınla telefonda “lo” diye konuşulmayacağını muhatabına öğretmek. Araya duş eklenebilir. Fransızcadan yola çıkarsak eril bir hitap hissi uyandırıyor her şeyden önce. “Salak” konusunda bir şey demeyeceğim hemfikiriz çocukla o tespit bakımından. Tekini buldum. Konuşulmamış konu kalmasın, bakalım, “Günaydın” var. Onda sorun yok, günaydın tabii.

Karar verilecek İnayet.

O bir sırasını beklesin, önceliğimiz terliğin öteki teki.